Küresel tarımda değişim rüzgârları -4
1. bölüm / 2. bölüm / 3. bölüm / 4. bölüm
tarlasera.com tarımda küresel anlaşmaları tüm yönleriyle ele alan yazı dizisinin son bölümünde farklı görüşlere yer veriyor.
Fotoğrafta görülen Chesterfield Village Research Center dünyanın en büyük tarımsal Ar-Ge merkezlerinden biri. ABD’li tohum firması Monsanto’nun 2010 yılında ünlü tıbbi ilaç şirketi Pfizer’den satın aldığı bu tesiste yaklaşık 250 adet laboratuvar ve 100 adet iklimlendirme serası bulunuyor. Bitki ıslahı ve moleküler biyoloji gibi modern bitki biliminin farklı alanlarında uzman bin 700’e yakın araştırmacı bu tesiste çalışıyor.
Özellikle Avrupa'da GDO'lara dair fikir ayrılıkları sürerken, biyoteknolojideki en yeni gelişmeler tartışmanın düzlemini değiştiriyor.
Bitki biliminde 100 yılı aşkın bir geçmişi olan Monsanto, 90’lı yılların ortalarından itibaren giderek yaygınlaşan genetiği değiştirilmiş (GD) tohumların geliştirilmesi ve ticaretinde bugün yüzde 90’a yakın paya sahip. Özellikle Avrupa’da GDO karşıtı hareketlerin etkisiyle birlikte kamuoyunda Monsanto’ya dair olumsuz bir imajın var olduğu bir gerçek. Ancak hem bilimsel otoritelerin ortaya koyduğu veriler, hem de biyoteknolojinin süratli gelişimi (Son dönemde GDO olmayan biyoteknolojik bitkilerin de üretilebilmesi gibi) bu tartışmaları yeni düzlemlere taşıyor.
Güçbirliği tehlike mi fırsat mı demek?
Monsanto'nun geçtiğimiz ay Alman kimya firması Bayer’in satın alma teklifini kabul etmesiyle tarım sektörüne dair tartışmalar yeni bir boyut kazandı. Tohum ve bitki korumada yaşanan dev anlaşmaların son halkası olan bu gelişme ile birlikte tarım ve gıdada tekelleşme eğilimi eleştiri ve endişelerin merkezinde.
Ar-Ge’de güçbirliği ve kıtalararası ortaklıkların yeni fırsatlar yaratacağı düşüncesi ise tartışmanın diğer yönü. Öte yandan Dow-DuPont, ChemChina-Syngenta ve Monsanto-Bayer anlaşmaları henüz anti-tröst otoritelerinin onayından geçmiş ve imza aşamasına gelmiş değil.
"Asıl amaç; çevreye olumsuz etkisi en az olan yöntemlerle birim alandan en fazla ürünü alarak insanlığın hizmetine sunmak olmalı."
Önemli olan sürdürülebilir tarımın geleceği
Aylık Tarım ve Kültür Dergisi tarlasera’nın Ekim sayısında bitki koruma ve tohum piyasasındaki tekelleşmeye değinen Çetiner şu noktaya vurgu yapıyor: “Önemli olan birim alandan çevreye en az olumsuz etkisi olacak yöntemlerle en fazla ürünü almak, yani sürdürülebilir tarım yöntemlerini insanlığın hizmetine sunabilmek.” Bayer-Monsanto anlaşmasına dikkat çeken Çetiner, “Bu iki şirketin nispeten farklı konularda uzmanlaşmış olmaları gittikçe modernleşen tarımsal üretim sektörü için bir fırsat da yaratabilir” yorumunu yapıyor.
Şirket evliliklerinde doku tutmayabilir
Anlaşmanın önünde uzun bir karar ve onay süreci olduğuna dikkat çeken Çetiner, “Tabii bu evlilik gerçekleşir ise asıl önemli bir konu daha var. O da evliliğin sürdürülüp sürdürülemeyeceği. Ne de olsa Bayer’in Avrupalı kültürü ve yönetim tarzı ile Monsanto’nun Amerikan kültürü ve yönetim tarzları epey farklı olsa gerek” diyor ve çarpıcı bir örnek veriyor: “Nitekim, bundan bir süre önce Amerikan otomotiv şirketi Chrysler’i satın alan Mercedes-Benz, doku uyuşmazlığı nedeniyle kısa bir süre sonra şirketi elinden çıkartmak zorunda kalmıştı.”
Çetiner’e göre bu konuda farklı çözümleri de göz önünde tutmak gerekli: “Bu gelişmelere mukabil Dow ve DuPont şirketlerinin geçenlerde hissedarlar tarafından onaylanan evliliklerinin, kısa sürede üç uzmanlaşmış şirkete bölünerek daha pürüzsüz sürmesi beklenebilir.”
Tarımda küresel firmalar kendi alanlarına ek olarak alt sektörlerle de birleşme yoluna giderek, bir anlamda 'verim firmaları'na dönüşmeye çalışıyor.
Etkiler çok yönlü olacak
Görüşlerini tarlasera.com’a ileten bir TÜRKTED üyesi ise birleşme/satın almaların etkilerinin çok yönlü olabileceğine dikkat çekiyor: “Bu etkinin şiddeti söz konusu sektörün dünya ticaretindeki payı, birleşen firmaların merkezlerinin bulunduğu ülkeler ve bu ülkelerin sosyoekonomik yapısı gibi kriterlere göre değişiklik gösterir. Tarım sektöründeki birleşmeler tarımın stratejik önemi nedeniyle kamuoyunda bazen 'sansasyonel' bir etki yaratabilmekle beraber, en az diğer sektör birleşmeleri kadar bir etkiye sahip olduğunu düşünüyorum.”
Büyük şirketler “verim firması” olma yolunda
Anlaşmaların ana nedenlerini “üreticilerin eğitim seviyelerinin yükselmesi, teknoloji kullanımının tarımsal üretimde yaygınlaşması ve nüfus baskısı nedeniyle birim alanda daha fazla üretme ihtiyacı” olarak sıralayan TÜRKED üyesi şu yorumu yapıyor: “Burada en önemli husus; dünya ticaretinde son 25-30 yılda gözlenen hızlı liberalleşme ve bölgesel ekonomik entegrasyonların yarattığı olumlu ortamın göz ardı edilmemesi. Küresel firmalar kendi faaliyet alanlarına ek olarak alt sektörlerle de birleşerek nihai tüketici olan üreticilere daha iyi hizmet verme, bir anlamda artık ‘verim’ firmalarına dönüşme amacında. Yaşananlar bu stratejinin uygulamaya konulduğuna dair ipucu veriyor.”
Türkiye’nin önünde iki seçenek var
Gelişmeler karşısında güçlü kalabilmek için ise Türkiye tohum sektörünün önünde iki ana yol var: “Ulusal ya da uluslararası düzeyde faaliyet gösteren yerli firmalarımız, pazardaki varlıklarını en azından muhafaza etmek için Ar-Ge yatırımlarını arttırma ya da lokal düzeyde şirket birleşmeleri yoluyla konsolidasyona gitmeli.”
Yerli şirketler güçlendirilmeli
tarlasera.com’un görüştüğü eski bir Tarım Bakanlığı çalışanı ise, “Ticari alandaki rekabetin ortadan kalkması durumda, şu anda bile bu büyük aktörlerden bazılarının distribütörü gibi faaliyet gösteren yerli firmaların tohum sanayiciliği adına pek iddiaları kalmayabilir. Hatta sadece bayilik ile yetinmek zorunda kalabilirler” uyarısında bulunuyor ve şu öneride bulunuyor: “Küresel rekabete soyunan özsermayeli şirketler devletin genel destekleme politikaları kapsamında değil. Bu durumda, çok iyi tasarlanıp kriterlerin belirlenmesi koşuluyla, gerekirse bazı ülkelerin hükümetlerinin yaptığı gibi sadece birkaç firmaya mahsus özgün destekleme modelleriyle yerli şirketler güçlendirilmeli.”
Geleceği bugünden kurgulamak gerek
“Her şey bekleyebilir, ama tarım beklemez.” Yeşil Devrim’in öncüsü Norman Borlaug’un bu sözleri tarımın dönüşen ve dönüştüren karakterini gözler önüne seriyor. Bu dönüşümü doğru okuyabilmek ise en başta tarımın aktörlerinin görevi. Yaşanan gelişmelerin tüm yönleriyle değerlendirilip doğru adımlar atılması hem Türkiye hem de dünya tarımının geleceğinin olumlu yönde çizilmesine katkı sağlayacak.