Tarih öncesinden seslenen kalıntılar da, 2020 yılında yaşananlar da aynı şeyi söylüyor: İnsanın yalnızca kendi uygarlık serüvenini anlamak için değil, geleceğini çizebilmek için de gözlerini öncelikle tarıma çevirmesi gerekli.
Göbeklitepe... Toprağın altında saklandığı yıllar boyunca da, gün yüzüne çıkarıldıktan sonra da gizemini koruyan, dünyanın belki de en eski tapınağı…
Yaklaşık 10 bin yıl öncesine ait bu tarihsel miras ilk olarak 1963 yılında keşfedilse de, asıl önemi 1995’te başlayan kazıların ardından ortaya çıktı. Buradaki yapıların ana gövdesini oluşturan dikilitaşların üzerlerindeki semboller, Göbeklitepe’nin anıtsal bir niteliğe sahip olduğunu gösteriyordu.
Bu keşif, insanlığın medeniyet serüvenine dair uzun yıllardır mutabık olunan bir önermeyi derinden sarstı. Demek ki Göbeklitepe’yi inşa eden avcı-toplayıcı topluluklar da, yaygın kanının aksine, dinsel inanç ve sanatsal ifade gibi sonraki çağların toplumlarına atfedilen duyarlıklara sahipti.
Arkeologlar ve tarihçiler, insanlığın dönüm noktası olan tarımın keşfi ve yerleşik düzene geçiş sürecini artık bu bulguların ışığında tartışıyor ve yeniden yorumlamaya çabalıyor. Öne çıkan görüşe göre, Göbeklitepe ve onun gibi başka merkezi yapıların oluşmasıyla insan topluluklarının gıdaya ulaşabilmek için “avlanma” yerine “çevreyi dönüştürme”, yani tarım yapma fikrine ulaşma süreci iç içe geçiyor.
Tüm bunların “medeniyetin beşiği” kabul edilen Fırat ve Dicle nehirlerinin arasındaki kadim coğrafyada gerçekleşmesi şaşırtıcı değil. Şanlıurfa il merkezine bağlı Örencik köyü yakınlarındaki bu sit alanında 25 yıl önce başlayan kazı çalışmaları halen sürüyor. Ancak Göbeklitepe isminin Türkiye’de geniş kitlelerce tanınır hale gelmesi bundan tam bir yıl önce, yoğun ilgi gören Atiye dizisi sayesinde oldu.
Göbeklitepe’nin öyküsünü fantastik öğelerle harmanlayan diziyi takip eden pek çok kişi, insanın ilkel bir canlıdan bugünkü insana ulaşmasında tarımın ne kadar başat bir rol oynadığını fark etmiş oldu. tarlasera.com da 2020 yılının Ocak ayında yayınladığı “Göbeklitepe’de tarımın gizemi aydınlanıyor” yazısında toplumun ve uygarlıkların kökeninde tarımın yattığını, tarihin loş tünellerine ışık tutan Göbeklitepe üzerinden anlatmıştı.
Geçmişten geleceğe uzanan bu tarih çizgisinde kendine belirgin bir yer edineceği şimdiden belli olan yeni tip koronavirüs (Covid-19) salgını da işte tam o dönemde başladı. Ve kırsal-kentsel, geleneksel- modern ayrımı yapmaksızın, dünya üzerinde toplu yaşamın sürdüğü her yeri kısa sürede etkisi altına aldı.
Salgın sosyal yaşamı alabildiğine daralttı, ekonomik sistemleri sarstı, bilimi ise hazırlıksız yakalandığı bir düşman karşısında zamana karşı yarışmak zorunda bıraktı. Evlerine kapanan milyonlar ve gündelik hayattaki pek çok alışkanlığından vazgeçmek durumunda kalan milyonlar bazen yalnızca gıda alışverişi yapabilmek için dışarı çıktı.
Covid-19 karşısında yalnızca bireyler değil, toplumlar da ilk önce tarımsal ürün ve gıda tedarikini koruma altına aldı. Kimi ülkeler ürettiği temel tarım ürünlerinde ihracatı bir süreliğine yasakladı, bazı ürünlerde hızla artışa geçen fiyatları kontrol etmek için acil önlemler aldı.
Sıkı karantina koşullarında yalnızca ülkeler arası seyahat etmek değil, bazen bir şehirden diğerine gitmek bile imkansız hale geldi. Tarımda hasat süreci yurtdışından gelen işgücüne bağlı gelişmiş Avrupa ülkeleri, mahsullerin tarlada kalmaması için kendi vatandaşlarına seferberlik çağrıları yaptı.
Bu süreçte, her gün binlerce insanla dolup taşan dünyanın en meşhur meydanları bile bomboş kalırken, tarlalarda insan emeği toprağı işlemeyi sürdürdü. Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte pek çok meslekte “uzakta çalışma” düzenine geçerken, tarımsal üreticiler gece ve gündüz ürünlerinin başında olmaya devam etti.
Böylece, Göbeklitepe’deki dikilitaşların yükseldiği çağdan bu yana insanın en kadim uğraşı olan tarımın vazgeçilmezliği bir kez daha gözler önüne serildi. Yani Covid-19 ile birlikte yirmi birinci yüzyıl insanı, onu en ilkel atalarıyla ortak kılan en temel ihtiyacıyla yüzleşti ve bu ihtiyacı doyurabilmenin tek yolu olan üretmenin değerini hatırladı.
Salgının gölgesini dünya üzerine düşürdüğü 2020 yılı boyunca tüm sektörlerde olduğu gibi tarımda da neredeyse her şey bir “koronavirüs parantezi”nin içinde yaşandı. tarlasera.com da bu süreçte hem Türkiye hem de dünya tarımındaki gelişmeleri geçmiş, bugün ve gelecekten oluşan bir bütünlük halinde ele almaya çalıştı.
Mevcut koşulların kaynağını oluşturan “geçmiş” ve olağanüstü koşulların damga vurduğu “bugün”ü değerlendirmek aslında bizi yine tanıdık bir gerçekliğe çıkardı: İnsanlık için yalnızca kendi tarihini anlayabilmenin değil, geleceğini güvenceye almanın yolu da bitkisel üretimden geçiyor. Yani pandemi sürecinin ışığında artık daha ısrarlı bir biçimde “Tarımsız bir Rönesans mümkün değil” demek gerekiyor.
Bu kritik gerçeklik tarlasera.com’un 2020 yılının son günlerinde sayfalarına taşıdığı çok farklı bir öyküde de kendini belli ediyor. “Süper yosunlar uzay yolculuğuna hazırlanıyor” başlıklı haberimize konu olan deniz yosunları, geleceğin tarımında çok daha önemli bir yer edinmesi beklenen ürünler arasında. Dünya dışında da bitki üretebilmenin bir yolunu arayan bitki bilimciler, bu yosunların tarımsal üretimi insanlığın gözünü diktiği uzaya da taşımanın bir aracı olabileceğini söylüyor.
İlk etabına Covid-19’un damga vurduğu bu yeni on yılı tarihe kazıyacak bir diğer önemli gelişme büyük olasılıkla Mars’a yapılacak ilk insanlı uçuş olacak. Peki bu “komşu ziyareti” bir gün kalıcı bir şekle bürünecek ve insanlık dünya dışında da ikinci bir adres edinebilecek mi?
Mars’ta kolonileşme hayalinin gerçek olmasının yolu, yine insanı kendi gezegeni üzerinde hakim kılan şeyden, yani tarımdan geçiyor. Tıpkı patates başta olmak üzere farklı bitkilerde olduğu gibi su yosunlarının da uzay çalışmalarına dahil olmasının nedeni bu.
Uzaya kalıcı bir adım atabilmek için yapılan bu hazırlıklar şunu bir kez daha gösteriyor: Sanayi devriminin sütunları üzerinde kentlileşen, iletişim devriminin olanaklarıyla küreselleşen ve uzay çağıyla kendi kabuğundan taşan insan yaşamı, yaratılan tüm bu birikimin en köklü parçası olan tarım ile iç içe olmaya devam ediyor.
Göbeklitepe’de bugüne kadar yapılan çalışmaların altındaki en önemli imzanın sahibi olan arkeolog Klaus Schmidt’e göre Tarım Devrimi tam da bu noktada başlamıştı. Göbeklitepe’deki dikilitaşların çevresinde yürümüş olan dünyanın ilk üreticilerinden Mars’a ayak basacak ilk kişiye kadar uzanan bu tarım yolculuğu, uygarlık defterinin henüz dolmamış sayfalarında da daha uzun yıllar yer alacağa benziyor.
Geride bıraktığımız 2020 yılı geleceğin kronolojilerinde hiç şüphesiz Covid-19 salgını özdeşleşecek. Ancak dileriz geleceğin tarihçileri bu zorlu yılı, insanlığın hem kendisiyle hem de tarım gibi kendi yarattığı değerlerle yüzleşmeye başladığı bir dönemin başlangıcı olarak tanımlar!