Geçen ayki “Nereden Başlasam?” başlıklı yazımda ünlü Rus bilimci Vavilov’un özellikle bitki gen kaynakları konusunda şimdiye kadar görülmemiş ölçekte bir gayretle dünyanın hemen her yerinden topladığı bitki gen kaynakları üzerinde yaptığı çalışmaları, bunları tasnif ederek oluşturduğu gen bankasını ve bugün Vavilov genetik orijin merkezleri olarak bilinen dünyanın 8 önemli bölgesine dikkati çektiğini; ama sonuçta bu bilimsel çalışma ve başarıların cezasız kalmadığını, casusluk ve vatana ihanetle suçlanan Vavilov’un cezaevinde açlıktan öldüğünü anlatmıştım. Bu defa, kaldığımız yerden devam ederek aynı hikayenin ikinci başrol oyuncusu Lişenko’yu ele alacağız. Yine önce biraz hayat hikayesi ile başlayalım, sonra da Türkçe “Lişenkoculuk” olarak tercüme edebileceğimiz “Lysenkoism” üzerinde duralım. Trofim Denisoviç Lişenko 1898 yılında Karlivka, Ukrayna’da köylü bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Daha sonra Kiev’deki tarım enstitüsünden mezun olur. Doktorasını 1925 yılında Tarım Bilimleri alanında yapan Lişenko, Azerbaycan’da bir tarım enstitüsünde çalışmaya başlar. Yıldızının parlaması 1928 yılında buğdayda vernelizasyon (soğuklama) üzerine yayımladığı çalışmasıyla olur. O yıllarda Rusya’da aşırı soğuklar ve kar yağışının azlığı kışlık buğdayın önemli ölçüde zarar görmesine neden olmuştur. Lişenko buğdayı nemli ve soğuk bir yerde beklettikten sonra bahar aylarında ektiğinde gayet güzel verim alındığını gösterir. Bu yıllarda özel toprakların devletleştirilip kolektif üretime geçilmesiyle üreticiler arasındaki huzursuzluk baş göstermiş, devriminin bu ilk yıllarında büyük bir sıkıntı ve kıtlık yaratmıştır. İlk olarak Lişenko’yu bilim dünyasına tanıtan ve destekleyen Vavilov’dur. Lişenko 1929 yılında yapılan Tüm-Sovyetler Birliği Birinci Tarımcı Marksistler Konferansı’nda yaptığı “Bize teori değil pratik lazım” mealindeki konuşmayla kendisini Stalin’e sevdirmeyi başarır ve politik söylemleriyle parti içerisinde hızla yükselir. Tabii burada devrimci söylemlerinin yanında yukarıda belirttiğim Sovyet halkını açlıktan kurtarmaya yönelik büyük teknikleri ya da vaatleri de büyük rol oynar. Lişenko, 1930’lu yıllardan 1965’e kadar tarım ve biyoloji alanında Sovyet bilim politikasını önemli ölçüde etkilemiş ve yönlendirmiştir. Öyle ki 1940-1965 yılları arasında Sovyet Bilimler Akademisi Genetik Enstitüsü Direktörlüğü ve Lenin Tüm-Sovyetler Tarım Bilimleri Akademisi Başkanlığı’nı yürütmüştür. Bu dönemde klasik genetik araştırmaları ve eğitimi, öğretim programlarından çıkarılmıştır. Lişenko’nun politik düşünceleri burjuva bilimi olarak gördüğü Mendel genetiğini şiddetle reddetmektedir. Bunun yerine, Jean-Babtiste Lamarck’ın (1744-1829) sonradan edinilen özelliklerin kalıtım yoluyla nesilden nesle geçtiğini ileri süren evrim teorisini savunmaktadır. Örneğin Lişenko, pamuk bitkisinin yaprakları elle toplandığında bunun daha sonra yapraksız pamuk oluşturacağını ya da yukarıda gördüğümüz vernelizasyon ile buğday tohumlarından her yıl düzenli verim artışı sağlanacağını ileri sürebiliyordu. Ancak, Lamarck’ın evrim teorisi daha sonra Darwin’in (1809-1882) Evrim Teorisi ile aşılmış olsa da Lişenko’nun ve devrimin ne Darwin’e ne de Mendel’e tahammülü yok idi; ne de olsa “Gen idealist bir kavramdı, diyalektik materyalizme aykırıydı ve genetik bir bilim olarak kabul edilemezdi.” Lişenko ile Vavilov arasına karabulutlar girdiğinde Vavilov’un “Çevre etkisi kalıtımla yeni nesillere geçiyorsa, bir köylünün bilimci olması beklenemez” gibi bir anekdotla Lişenko’yu eleştirdiği söylenir. Buna karşı Lişenko ve destekçileri ise genetik bilimiyle uğraşanları laboratuvardaki genetik çalışmaların, sirke sineği (Drosophila melanogaster) ile yaptıkları için “sinek sevenler” şeklinde değerlendiriyorlardı. Bu dönemde Vavilov dahil onun izindeki genetikçilerden 18 tanesinin Sibirya’ya çalışma kamplarına gönderildiğinin, bir kısmının da öldürüldüğünün altını çizelim. Pekala, Vavilov dahil onlarca genetikçiyi tasfiye eden Lişenko döneminde Sovyet tarımı arzu edilen ilerlemeyi sağlayabilmiş midir? Bu soruya olumlu yanıt vermek kolay değil. Yukarıda belirttiğim gibi, Sovyet Devrimi’yle özel tarım arazilerinin devletleştirilerek kolektif üretime geçilmesinin köylüler arasında yarattığı huzursuzluk, olumsuz iklim koşulları vs. yönetimin hızlı bir şekilde çözüm üretmesini gerektiriyordu. Burada, Lişenko’nun vaat ve iddialarından ziyade Lenin zamanında Vavilov’un da yoğun çabalarıyla oluşturulmuş tarımsal enstitülerde yapılan çalışmaların ürünlerinin etkili olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Lişenko’nun idealize ettiği Michurin’in özellikle elma, armut, kiraz gibi bahçe bitkilerinde yaptığı seleksiyon çalışmalarının da olumlu etkilerini teslim etmemiz gerekir. Bununla beraber, tarımsal üretim Sovyetler dönemimde sürekli sıkıntı içerisinde olmuş, çoğu yıllar ABD dahil yurtdışından tahıl ithali zorunlu olmuştur. Vavilov gibi birçok genetikçi ve bitki ıslahçısının suçu bilime olan inançlarıydı. Genetik biliminin ışığında nitelikleri belirlenmiş bitki çeşitlerinin melezlenmesi; bunlar arasından arzu edilen melezlerin seçilerek durulmuş hatların, bunlardan yola çıkarak da üstün nitelikli tarımsal çeşitlerin elde edilmesi tabii ki bilgi birikimi ve uzun süreli sebat gerektirir. Oysa Lişenko, ortaya attığı tezlerle bu uzun soluklu ıslah yerine kısa sürede sonuç verecek teknikleri öne çıkarıyor ama başarısızlık bir sonraki yeni vaat ile örtbas ediliyordu. Örneğin vernelizasyonun etkisinin kalıtsal olarak yeni nesillere artarak geçeceği iddiasının gerçekleşmemesinin ardından, Pravda gazetesinde tarlalara gübre ve mineral atmadan da yetiştiricilik yapılacak bir yöntem geliştirdiğini yazmışlardır. Azerbaycan’da yetişen kışlık bezelyenin Kafkasların boş dağlarında da yetiştirilebileceğini, böylelikle oradaki insanların ve hayvanların kışın da gıda bulabileceklerini iddia etmiş ama buralarda kışın bezelye yetiştirmek mümkün olamamıştır, vs... Lişenko’nun çalışmalarının ve iddialarının aslında bilimle alakası olmadığı 1962 yılından itibaren aralarında Nobel ödüllü Piotr Kapista'nın da olduğu ünlü Sovyet fizikçiler ve astrofizikçiler tarafından dillendirilmeye başlandı. Yine 1975’te Nobel barış ödülü alacak olan nükleer fizikçi Andrei Sakarov da 1964 yılında Lişenko’nun bir “sahte bilimci” olduğunu, gerçek bilim insanlarının işten atılması, sürgüne gönderilmesi ve hatta ölümlerinin bir numaralı sorumlusu olduğunu açıkça beyan etmiştir. Kuruşçev’in 1965’te iktidardan düşmesiyle Lişenko’nun sonu da gelmiştir. Aslında, Lişenkoculuk hemen tüm bilim tarihi kitaplarında siyasetin bilime karıştırılması ve sonunda izlenen bu yolun iflasını anlatmak için kullanılır. Öte yandan, bu hadisenin Soğuk Savaş yıllarında demir perdenin her iki tarafında da siyasetçiler tarafından kendi pozisyonlarına uygun olarak kullanılmış olması da bir gerçektir. Örneğin Sovyet propaganda makinesi; Nazilerin “ari ırk” saplantıları nedeniyle genetiği “faşist bilimi”, ya da gerek Avrupa gerek ABD’de o zamanlar epey popüler olan ancak yıllar sonra terkedilen öjenik (eugenics) programları nedeniyle genetiği “burjuva bilimi” olarak yaftalıyordu. Demir perdenin batısında ise “Lişenko fiyaskosu” batıdaki Sovyet yanlısı bilimcilere karşı kullanılıyordu. Bizde olduğu gibi yurt dışında da zaman zaman Lişenko’nun aslında ne kadar büyük bir bilim adamı olduğunu, yaptığı ulvi işleri ve hatta başarılarını kaleme alan günümüz yazarları olduğunu da hatırlatmak isterim. Lişenko’nun vernelizasyon çalışması bitki fizyolojisi açısından doğrudur, bugün de geçerliliğini korumaktadır ve buna kimsenin bir itirazı yoktur. Ancak, tarımsal araştırmalar yönündeki yetkinliği onu destekleyenler tarafından dahi sorgulanmaktadır. Genetikle ilgili yanlış görüşlerine rağmen Sovyet Bilimler Akademisi Genetik Enstitüsü’nde yıllarca başkanlık yapması ise siyasetin bilimin önüne geçmesinin düşündürücü örneklerinden birisidir. Ve bunun sonuçlarını da Sovyetler Birliği’ndekiler pek ağır olarak yaşamışlardır. Cumhuriyet gazetesi Bilim ve Teknoloji ekinde Sayın Aykut Göker hocamızın yazılarını izleyenler, onun da bugün bilim ve teknoloji politikalarında yaşadığımız talihsiz durumla Sovyetler Birliği’nde yaşanan Lişenkoculuk deneyimi arasında zaman zaman paralellik kurduğunu hatırlayacaklardır[i]. Günümüzde politik yelpazenin her iki tarafında da bol miktarda Lişenkoların bulunduğunu ne yazık ki teslim etmek durumundayız. Ve Lişenkolar sadece tarımsal üretimle ilgili dallarda değil bilim teknolojinin diğer alanlarında da etkin durumdalar. Bunun ötesinde, durum sadece geçtiğimiz birkaç yılla da sınırlı değil. Nitekim, 1980’lerden itibaren temel bilimlerden gittikçe uzaklaşılarak teknoloji alanına ağırlık verilmeye çalışıldığını ya da teknolojik çalışmaların öncelik aldığını, 1983-2003 Türk Bilim Politikası[ii] isimli strateji dokümanından görülebileceğini daha önce yazmıştım. Bunun belki de bir yansıması olarak, uzun soluklu ıslah çalışmaları yerine gerek özel sektör kuruluşları gerekse kamuya ait araştırma enstitüleri ve hatta üniversiteler dışarıdan teknoloji transferi yoluyla kısa sürede sonuç almaya yönelmişlerdir. Bunda başarılı da olunmuş, tarımsal üretimin artırılmasında diğer modern tarım tekniklerinin yanında dışarıdan getirilerek adaptasyon çalışmasına tabi tutulan yeni çeşitlerin büyük katkısı olmuştur. Burada sorulması gereken, bu başarının sürekli olup olamayacağıdır. Modern genetik ve moleküler ıslah eğitiminin ciddiye alınması, bunun üniversitelerde çok iyi bir şekilde öğretilmesinin yanında araştırma altyapısının verimli bir şekilde kullanılması yani yeni çeşit geliştirmede uzun soluklu ıslah çalışmalarının programlanması ve bunların ciddi bir şekilde desteklenmesi gerekir. Aslında, mevcut hükümet tarafından Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri görülmemiş düzeylerde Ar-Ge kaynağı ayrıldığını görüyoruz. Ne var ki bunların akılcı hedefler doğrultusunda harcandığını söylemek mümkün değil. Son zamanlarda bilim ve teknolojiden sorumlu yetkililerin basında yer alan temel bilimlerden ziyade teknoloji geliştirmeye yönelik destek söylemleri de gelecek için pek umut verici değil. Özetle, Lişenko hadisesi dogmatik siyasi görüşlerin bilime karıştırılmasının pek de hayırlı sonuçlar vermediğinin somut örneklerinden birisidir. Temel bilimler olmadan teknolojik gelişme sağlanabileceğini sanmak da büyük bir yanılgıdır. Ülkemizin zengin biyolojik çeşitliliğinden gerçek anlamda yararlanabilmek için botanik gibi temel bilimler yanında modern genetik ve moleküler ıslah gibi uygulamalı bilimlerin de ciddi biçimde desteklenmesi ve ancak bu şekilde tarımsal üretimde küresel rekabete hazır olacağımızın bilinmesi gerekir.
[i] Göker, A. Dogma Bilimin Önünü Keserse (1,2), CBT 15. 06. 2012 ve CBT 22. 06. 2012.
[ii] T.C. Devlet Bakanlığı, Türk Bilim Politikası 1983-2003.
|