Her ne kadar üretici-tüketici fiyatları arasındaki uçurum son dönemde iyice artmış olsa da aslında bu durum bir süredir devam ediyor. Tarımsal ürünlerde yaşanan bu fiyat artışlarına karşı çözüm olaraksa sık sık ithalat kartı sunuluyor. Peki ithalat fiyat artışlarını engellemek için gerçekten de etkili bir yöntem mi?
Uzun zamandır tarım politikasındaki yanlış seçimler yüzünden azalan ekim alanları, yüksek girdi maliyetleri gibi birçok konu üreticinin zor günler geçirmesine yol açıyor. Ürün fiyatlarını da etkileyen bu duruma karşı çözüm olarak ise ilk akla gelen yol ithalat oluyor.
Yanlış tarım politikalarının sonucunda patates, buğday, soğan gibi birçok ürünü ithal eden Türkiye, bu yüzden bir süredir tüketici konumundaki ülkeler arasında anılmaya başlamıştı. Ancak bugün tarım fiyatlarındaki artışlara bakıldığında ithalatın gerçek bir çözüm olmadığını görmek mümkün. Çünkü sadece son 4-5 yıllık geçmişe göz atmak bile bunu anlamak için yeterli oluyor.
Gümrük vergileri sıfırlandı
2017 Haziran ayında buğday, arpa ve mısır ürünlerinde yaşanan fiyat artışları sebebiyle gümrük vergileri düşürülüp ithalat teşvik edilmişti. Ancak bu karar kalıcı değil geçici bir çözüm getirdi. 2018 Ağustos ayına gelindiğinde buğday, arpa, mısır ve pirinçte 1 yıl süreyle gümrük vergisi uygulanmamasına yönelik yeni bir karar daha alınması bunun en büyük kanıtı. Çünkü 2017’deki ithalat fiyat sorununa bir çözüm olmamış, sadece günü kurtarmıştı.
Benzer bir durum bakliyat tarafında da yaşandı. 2017 yılı Mart ve Nisan aylarında yüksek fiyatlar sebebiyle nohut ve kuru fasulye kısa süreli olacağı söylenerek gümrük vergilerinden muaf tutuldu. Ancak durum hiç de kısa sürmedi. Hatta Aralık ayına gelindiğinde nohut ve kuru fasulyenin yanında barbunya ve börülce de eklendi. Böylece gümrük vergisi neredeyse tüm bakliyat grubunda sıfırlanmış oldu. Fiyatlara belirgin bir etkisi ise ne yazık ki görülmedi.
İthalat politikasında ısrar
2018 Haziran’ında ise patateste yüzde 100’e ulaşan fiyat artışı sebebiyle ithalat yoluna gidileceği açıklanmıştı. Bu açıklamanın hemen ardından Suriye’den 4 bin ton patates ithal edildi. Bu durum fiyatlarda belli oranlarda düşüşü sağlasa da geçmişe bakıldığında tıpkı diğer ürünler gibi patatese de ithalatın kalıcı bir çözüm getirmediğini görmek mümkün.
2014 yılında 129 bin tonluk patates ithalatıyla rekor seviyelere ulaşan Türkiye, buna rağmen ürün fiyatındaki artıştan kendini kurtaramamıştı. Bundan yalnızca 1 sene sonra, 2015 yılında da yine patates fiyatları yükselmiş ve çözüm olarak tekrar ithalat söylentileri gündeme getirilmişti.
Üretici üretimden kopuyor
Ürün fiyatlarını düşürmede ilk akla gelen çözüm olan ithalat, aslında sorunu çözmek yerine tam tersi bir etki yaratıyor. Fiyatlar üzerinde yalnızca kısa süreli bir gerileme yaratmakla birlikte, orta ve uzun vadede tarımsal üretim üzerinde olumsuz bir etki yaratıyor.
İthalat hamlesi karşısında ürün fiyatları düşünce, yerli üreticinin ürününü satış fiyatı da düşmüş oluyor. Halihazırda üretim maliyetleri oldukça fazla olan üreticiler için bu durum, ürünlerini değerinde satamamak ve dolayısıyla zarara uğramak anlamına geliyor. Üretici kâr elde etmek bir yana, maliyetlerini karşılamakta bile zorlanınca, çözümü üretimden vazgeçmekte buluyor. Sonuç olarak fiyatların düşürülmesi hedeflenirken, azalan arzla birlikte fiyatlar daha da artmış oluyor.
Yarın, dünü aratmasın
Tarımda arazi parçalanması, girdi maliyetleri, uzmanlaşma sorunu, danışman yetersizliği, “doğrudan gelir desteği” ile gerçek üreticilere desteklerin ulaşmaması, modern tarım uygulamalarına geçilememesi, üretim planlamasının yapılmaması ve kooperatifçiliğin yeterli düzeyde olmaması gibi ciddi sorunlar baş gösteriyor.
Tüm bu sorunlara karşı kalıcı çözüm üretmek içinse bir an önce planlı, istikrarlı ve üreticiyi gözeten bir tarım politikası oluşturmak gerekiyor. Çünkü tarımın bu sorunları göz ardı edilmeye devam edildikçe ve yaşanan fiyat dalgalanmalarına karşı ithalat, tanzim satış noktaları gibi kısa süreli çözümler getirildikçe yarın, dünü aratmaya devam edeceğe benziyor.