Aziz Sancar’ı genetik alanda yaptığı çalışmalar Nobel'e taşıdı. İnsan genetiği ile bitki genetiği üzerine yapılan çalışmalar birbirine paralel amaç ve yöntemlere sahip. Ama Türkiye’de söz konusu bitkilerin genetiği olunca alkışlar değil şüpheler devreye giriyor.
Türkiye yaklaşık iki aydır bir ismi konuşuyor: Aziz Sancar. Çalışmalarını ABD’de sürdüren moleküler biyolog Aziz Sancar, Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Böylece Türkiye de yazar Orhan Pamuk’tan sonra ikinci Nobel ödülüne kavuşmuş oldu. Ünü daha öncesinde bilim camiası ile sınırlı kalan bu değerli bilim insanı bugün herkesin dilinde.
Sancar’ı ödüle taşıyan çalışma genetik bilimine dayanıyor. Çalışmanın ana konusu insan DNA’sının onarılma mekanizması. DNA’nın insan vücudunda nasıl onarıldığının ortaya konulmasının önemi büyük. Bu sayede cilt kanseri gibi hastalıkların önüne geçilebilecek. Ayrıca kanserle mücadelede kullanılan ilaçlar da yakın gelecekte köklü bir değişime uğrayacak ve daha etkili hale gelecek.
Nobelli bitki bilimciler
Nobel ödülleri, kendisi de bir kimyager olan İsveçli bilim insanı Alfred Nobel’in adını taşıyor. Ödüllerin ana gövdesi fizik, kimya ve tıp bilimleri. Bu ödüllerin üzerinde şu Latince sözler yazılı: Inventas vitam juvat excoluisse per artes. Anlamı; “Buluşlarıyla dünya yaşamının iyileşmesine katkıda bulunanlar.”
Nobel ödüllerinin tarihinde az sayıda olsa da bitki bilimcileri de var. Normal Borlaug bunların en ünlüsü. Yeşil Devrim’in babası olarak bilinen Borlaug, tarla bitkilerinin ıslahı konusunda devrim niteliğinde araştırmalar yaptı. Bu çalışmalar 60’lı yıllardan itibaren tarımsal üretimin katlanarak artmasına büyük katkıda bulundu.
Yıkıcı savaşlardan çıkan dünya nüfusunun beslenmesine yaptığı katkı, Borlaug’un “buluşlarıyla dünya yaşamının iyileşmesine katkıda bulunmuş olması” için yeterli bir neden oldu. “Biyoteknoloji olmadan açlık sorunu çözülemez” diyen Borlaug, bugün de tarım/bitki alanında çalışan çoğu bilimci için ilham kaynağı.
Mısırın genetik haritası Nobel’e taşıdı
1961 Nobel Kimya Ödülü’nü alan Melvin Calvin de bitkilerin fotosentez mekanizmasına dair yaptığı çalışmalarla ödüle layık görülmüştü. Barbara McClintock ise Nobel’deki erkek egemenliğini yıkan kadın bilimcilerden. Bitki genetiği üzerine çalışan McClintock, 1983 yılında mısırın genetik haritasını ortaya koyarak Nobel Fizyoloji Ödülü’nü almıştı.
Bu yıl Kimya Ödülü’nü Sancar ile paylaşan diğer isimler de insanın genetik yapısına dair buluşlarıyla bu başarıya ulaştılar. Aslında Nobel’in tarihinde genel olarak genetiğin büyük bir payı var. Bunların çoğu beşeri, yani insan odaklı çalışmalar olsa da, bitkilerden hayvanlara ve çeşitli mikroorganizmalara kadar genetik çalışmaları birbirinden kesin çizgilerle ayırmak imkansız.
Genetik çalışmaları birbirine paralel ilerliyor
Yüzyıl boyunca bitkilerin genetik yapısına dair insanlığın bilgi dağarcığına çok bilgi eklendi. Eklenmeye de devam ediyor. Modern ıslah tekniklerini doğuran bu bilgiler tüm insanlığın beslenmesi sorunuyla doğrudan ilgili. Muhtemel gıda krizinin tehlike çalarken bugün bu ihtiyaç daha da artmış durumda. Modern biyoteknoloji bu ihtiyaca cevap verebilmek için her gün yeni buluşlara sahne oluyor.
Bütün bunlar aslında insan genetiğine dair yapılan çalışmalarla paralellik taşıyor. Hastalıklarla mücadele, belli hastalıklara eğilimin önüne geçilmesi, daha dirençli bir canlı yapısı… Bu amaçlar modern biyoteknoloji ile beşeri genetik çalışmaların ortak noktası. Arada tek bir fark var: Birinin nesnesi insanlar, diğerinin ise bitkiler.
Biyoteknolojinin bir aşaması: GDO
Ama konu insanın değil bitkilerin genetiği olduğunda pek çok tartışma da beraberinde geliyor. Yaklaşık 20 yıldır süregelen GDO’lar (Genetiği değiştirilmiş organizma) bu tartışmaların tam ortasında. GDO’lar konusunda fikirler de uygulamalar da çeşitli. Ve kimi ülkelerde bu fikirler/uygulamalar bir ortaklığa varmaktan uzak. Özellikle de Avrupa’da.
GDO tartışmalarının bu denli kızışması bilimsel görüş ayrılıklarının ötesinde, ekonomik kaygılara da dayanıyor. Ancak ortada net bir gerçek duruyor: Olumlu ya olumsuz, öyle ya da böyle, GDO’lar modern biyoteknolojinin bir sonucu.
Türkiye’deki “sessiz uzlaşı”
Genetik çalışmalarıyla Nobel’e uzanan Aziz Sancar’ın doğduğu ülke Türkiye’de ise durum biraz farklı. Avrupa ülkelerinin aksine, Türkiye’de GDO’lar konusunda tartışmadan ziyade adeta sessiz bir uzlaşı var: Neredeyse herkes GDO’ların “kötü”, ya da en azından “gereksiz” olduğuna hemfikir.
Uygulamada ise çelişkiler var: Türkiye’de GDO’lar üzerine çalışma yapmak serbest. Ancak GDO üretimi yasak. Transgenetik ürünler üzerine bilimsel araştırma yapmak için ciddi bir altyapı gerekli. Dolayısıyla bu çalışmalar son derece maliyetli. Uygulamada bir karşılık bulamayacağı için bir bilimcinin Türkiye’de bu alanda çalışma yapması da imkansızlaşıyor.
Birini önemserken diğerini küçümsemek
Hal böyle olunca, kamuoyuna da biyoteknolojiden yalnızca “korkmak” düşüyor. İnsan DNA’sına dair ulaşılan her bilgi hastalıklara dair bir umut olurken, bitki DNA’sına dair buluşlara karşı hep bir şüphe hakim. GDO konusu ise hala bir tabu.
Dahası; kimi zaman “tohum” ve “ıslah” sözcüklerinin yan yana gelmesinden bile irkilinen bir bilgi eksikliği söz konusu. Bugün tüketilen tarım ürünlerinin nicel ve nitel özelliklerinin geçmişten bugüne tohum ıslahına borçlu olunduğu gerçeğine rağmen.
Aziz Sancar’ın başarısı, insanlığın güncel sorunları açısından genetik biliminin ne denli önemli olduğunu hatırlattı. Buradan tarıma dair çıkarılacak bir ders var: Bitkileri konu edinen genetik çalışmalar da en az insan odaklı çalışmalar kadar önemli. Birini önemserken diğerini küçümsemek, birini olumlarken diğerini şüphe bulutlarının arkasına gizlemek pek tutarlı değil.
Bitki biliminden bir Aziz Sancar çıkar mı?
Mardin doğumlu Aziz Sancar, üniversiteyi bitirene kadar eğitimini Türkiye’de aldıktan sonra ABD’ye göç etmişti. Ve kendisini Nobel’e götüren çalışmalarını orada yürüttü. Bugün özellikle sosyal medyada “Aziz Sancar Türkiye’de kalsaydı bu çalışmaları yapabilir miydi?” sorusu tartışılıyor. Ortak görüş olumsuz: “Hayır, yapamazdı.”
Sancar gibi çığır açabilecek potansiyele sahip Türkiyeli bilim insanlarının altyapı ve destek eksikliğinden dolayı yurtdışına yöneldiği bir gerçek. Türkiye, tıptan fiziğe kadar bunun pek çok örneğine tanık oldu.
Takvim geriden takip ediliyor
Ya konuya bitki biliminin gözünden bakılırsa? Türkiye bitki biliminde bir Aziz Sancar çıkarabilir miydi? Çıkarsaydı çalışmalarını ülke içinde yapması mümkün olur muydu?
Türkiye’de yalnızca modern biyoteknolojinin önemsenme düzeyi bile iyimser olmayı zorlaştırıyor. Konu bitki bilimleri olunca altyapı ve destek sorunlarına yasal ve akademik bir yığın sorun daha ekleniyor. Yeni bir buluş yapmak bir yana, biyoteknolojinin her gün yeni bir sayfası açılan takvimi geriden takip ediliyor.
Umuda en çok bugün ihtiyaç var
Türkiye, 1901 yılından bu yana dünyanın en saygın ödüllerinden biri olarak görülen Nobel kürsüsüne bir genetik bilimciyi taşıdı. 40 yıldan uzun süredir çalışmalarını ABD’de sürdüren Aziz Sancar yine de başarısını Türkiye Cumhuriyeti’nin eğitim sistemine borçlu olduğunu ifade etti.
Demek ki olumsuzluklara rağmen umut ve potansiyel her zaman baki. 20 bin ziraat mühendisinin atama beklediği, sorunlarını dile getirmek için diploma yakma eylemi yaptıkları bugünlerde bu umudu tarım/bitki bilimi alanına taşımaya her zamankinden çok ihtiyaç var.