Tarım Dergisi tarlasera
tarlasera SATIN AL
Kapat

21.11.2022

Canlandırıcı ya da onarıcı tarım!

Yeni moda bir deyim olan “rejeneratif tarım” bir diğer adıyla “onarıcı tarım” son yıllarda çokça konuşuluyor. Ancak propaganda makinesinin bugünlerde rejeneratif tarım uygulamalarını tedavüle sokarak organik üretimde yaşanan tıkanıklığı açmaya çalıştığı görülüyor. Rejeneratif tarım başlığı altında organik tarım dejenere ediliyor.

Bilmem farkında mısınız, son yıllarda GDO tartışmalarına paralel olarak organik gıda çılgınlığı da büyük ölçüde durulmuş görünüyor. Bunun belli başlı iki nedeni var: Birincisi, GDO felaket tellallarının gündeminden düştüğü için GDO’lara alternatif olarak ortaya sürülen organik gıdaların da konuşulmaz olması. İkincisi de pandemi ve Ukrayna-Rusya savaşı yüzünden artan gıda fiyatları karşısında insanların büyük bir kesiminin karınlarını doyurma kaygısına düşmesi. Öte yandan organik gıdalar, büyük şehirlerde cam rezidanslarda yaşayanların doğaya özlemlerini karşılayan metalar olarak pazardaki yerlerini hâlâ koruyorlar. Organik tarımın arkasından bir ara popüler olan agroekoloji ya da ekolojik tarım da artık o eski ilgiyi görmüyor. Buna karşın yabancı literatürde ve basın yayın organlarında yeni moda bir deyim olan “onarıcı tarım” inanılmaz bir performans sergiliyor. Bununla beraber sürdürülebilirlik akımı ise üretici tarlalarını aşıp küçük büyük tüm şirketlerin “motto”su hâline geldi. Bu yeşilleşme (!) yarışı için ulusal seferberlik ilan eden holdinglerimiz bile var.

 Onarıcı tarım nedir?

Aslında organik tarım, sürdürülebilir tarım teknikleri, karbon ayak izi ve AB’nin Yeşil Mutabakatı’nın önemli bir ayağını oluşturan Yeşil Tarım Politikası konularında tarlasera’da çok sayıda yazı yazmıştım. Hatta bunları bir araya getiren bir kitap hazırlıklarına bile başladım. Ancak bundan kısa bir süre önce dikkatimi çeken bir yazıda Roma İmparatorluğu’ndan beri ürün rotasyonu olarak anılan uygulamaların şimdilerde “rejeneratif tarım” adı altında yeni bir akıma dönüştüğünü ve bu büyülü sözcüğü kullanan makale sayısının 2015’ten itibaren hızla artarak yılda 50’yi geçtiğini gördüm. Pekâlâ, nedir bu “onarıcı” ya da “canlandırıcı” tarım? ABD’deki Doğal Kaynakları Savunma Konseyi (NRDC) isimli sivil toplum kuruluşuna göre: “Rejeneratif tarım, bir felsefe ve tarla yönetim yaklaşımı olarak bizleri tarımı doğrusal bir tedarik zinciri olarak değil, mal ve hizmetleri üreten, geliştiren, paylaşan, dağıtımını yapan ve tüketen paydaşlar arasındaki karşılıklı ilişkiler ağı şeklinde görmeye çağırır. Katı kuralları yoktur. Dinamik rejeneratif tarım sisteminin arkasındaki bütüncül yaklaşım prensipleri toprak ve ekosistem sağlığını onarmayı, eşitsizlikleri gidermeyi, toprağımızı, suyumuzu ve iklimi gelecek nesillere daha iyi bir şekilde bırakmayı amaçlar.”

 Propaganda bilimsel gerçeklerin önüne geçiyor

Bunlar elbette hepimizin takdirle karşılayacağı hedefler. Ancak “bütüncül yaklaşım” gibi hoş ama boş sözlerle bu hedeflere ulaşmak mümkün olabilir mi? Hatırlarsanız bundan bir müddet önce konvansiyonel tarıma alternatif olarak piyasaya sürülen “agroekoloji” deyimi de içi boşaltılarak bir kenara atılmış duruma düştü. Bu moda deyimlerle alternatif tarım tekniklerinin varlığını kamuoyuna sunanlar aslında algı yönetimini pek iyi bilen “halkla ilişkiler” uzmanları, daha doğrusu reklam profesyonelleri. Bir de tabii bunlardan nemalanmaya çalışan bir grup sözde bilim insanı var. Ne yazık ki bugün üniversitelerde bile propaganda ya da algı yönetimi aygıtı bilimsel gerçeklerin ve üniversiteyi üniversite yapan evrensel değerlerin önüne geçmeye başladı. Aslında konvansiyonel ya da modern tarım yöntemlerine alternatif olarak farklı isimler altında sunulan organik tarım ürünleri küresel gelir dağılımının iki ucunda toplanmış nüfus grubuna hitap ediyor. Bir uçta organik talebi her geçen gün artan, gelir düzeyi yüksek Batılı zenginler grubu; diğer yanda ise gelişmekte olan ülkelerde mecburen geçimlik tarım yapan ama yoksulluktan bir türlü kurtulamayan 800 milyon insan. Bu insanlar kimyasal gübre ve zararlılarla mücadele edecek kimyasallara erişecek maddi gelire sahip olamadıkları için zorunlu olarak organik ya da ekolojik tarım yapmakta ancak kimi yıllar kendi gıda arz güvencelerini dahi karşılayamamaktadır.

 

web1.jpg

Bitkisel üretimi sınırlayan faktörler yok sayılıyor

Bu dünya gerçeğini görmezden gelen NRDC uzmanları, “Rejeneratif tarım uygulayan üreticiler yabancı ot ilaçları, pestisitler ve kimyasal gübreler gibi her türlü sentetik girdiyi azaltmak için ellerinden gelen gayreti göstermektedir” şeklinde yuvarlak bir bildirimde daha bulunuyorlar. Dikkat ederseniz bu yaklaşım organik standartlarından sapan bir durum olmanın yanında teknolojiden uzak durarak bitkisel üretimi sınırlayan faktörleri adeta yok saymaktadır. Bu dergiyi okuyanların bildiği üzere hem üreticilerin büyük bir çoğunluğu hem de tarımsal alanda çalışan bilim insanları dünya nüfusunu besleyecek düzeyde üretimi çevreye en az zararla sağlayacak sürdürülebilir tarım teknolojilerini benimsiyor ve geliştirmeye çaba gösteriyorlar. Bu durum özellikle artan girdi maliyetlerinin bilincinde olan üreticilerin bu tip kimyasalları ancak zaruri hallerde kullanmasına imkân sağlıyor.

Pestisit kullanımını azaltan GDO teknolojisine karşı çıkılıyor

Biliyorsunuz son 25 yıldır ABD, Kanada, Brezilya, Arjantin, Çin, Hindistan, Avustralya gibi bazı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki üreticiler GDO olarak adlandırılan genetiği değiştirilmiş ürünleri ekerek pestisit kullanımını büyük ölçüde azaltmış durumdalar. Ancak organik lobiciler gibi rejeneratif tarımı savunanlar da pestisit kullanımını bu şekilde azaltan GDO teknolojisine toptan karşı çıkıyorlar. Aynı durum herbisit (yabancı ot ilaçları) kullanımına karşı da sergileniyor. NRDC bir taraftan pullukla toprağı sürmek yerine, toprak işlemesiz tarım yapmanın toprak bütünlüğünü ve sağlığını korumadaki önemini vurguluyor. Öte yandan bunu dünyanın birçok ülkesinde mümkün kılan herbisitlerin kullanımını reddediyor. Toprak işlemesiz tarım, herbisitlere toleranslı bitkilerin ekimine başlanmasıyla birlikte GDO ekiminin mümkün olduğu ülkelerde hızla yayılmış durumda. Bu sayede sadece 2020 yılı içerisinde tarımsal üretimden kaynaklanan karbondioksit emisyonu 23,6 milyar kiloton azaltılabilmiştir.

 

web2.jpg

İlkesizlikler normalleştirilip kanıksanıyor

Bu yazdıklarımı ‘tarımda kullanılan kimyasalların çevre ve insan üzerinde hiç olumsuz etkisi yoktur’ olarak okumayınız lütfen! Kimyasallar başta olmak üzere her türlü tarımsal faaliyetin doğa üzerinde olumsuz etkileri vardır. Gerek tarımsal üretimde gerekse insan hastalıklarının tedavisinde bilinçsizce kullanılan kimyasal ilaçlar da şüphesiz insan sağlığı için zararlıdır. Unutmamak gerekir ki insanlığı Orta Çağ’ın hurafelere dayalı sefilliğinden kurtarıp bugünkü refah düzeyine kavuşturan Rönesans, Aydınlanma Çağı ve Sanayi Devrimi süreçleri, bir avuç cesur ve ilkeli bilim insanının azimle sürdürdüğü bilimsel araştırma sonuçlarının teknolojiye dönüşmesiyle mümkün olmuştur. Ancak yirminci yüzyıl ortalarından itibaren taraftar bulmaya başlayan postmodern akımın desteğiyle 1980’lerden itibaren hakikatin önemsizleştirildiği “hakikat ötesi” bir çağa girmiş bulunuyoruz. Ne doğa kitabında yazılı olan bilimsel gerçekler, ne para hırsıyla her geçen gün katledilen doğal ve kültürel varlıklar ne de açlıktan ve sefaletten kırılan milyonlarca insan artık pek çoğumuz için bir anlam ifade etmiyor. Her türlü ilkesizlik şu veya bu gerekçeyle normalleştirilip kanıksanıyor.

Organik tarım dejenere ediliyor

Burada altını özellikle çizmek istediğim husus, propaganda makinesinin bugünlerde rejeneratif tarım uygulamalarını tedavüle sokarak organik üretimde yaşanan tıkanıklığı açmaya çalışmasıdır. Bildiğiniz gibi organik tarımsal üretimde pek çok sıkı kurala uyulması ve bunlara uyulduğunun organik sertifikasyonuyla kanıtlanmasını gerektiriyor. Bu da hem üreticilere hem de bu ürünleri işleyip pazarlayan gıda şirketlerine büyük bir mali külfet getiriyor. Yukarıda NRDC’nin yaptığı tanımda da gördüğünüz üzere rejeneratif tarımın “katı kuralları” yoktur. Böylece “tarımsal üretime bütüncül yaklaşım” gibi kulağa hoş gelen boş sözlerle durum idare edilmektedir. Diğer bir ifadeyle “rejeneratif tarım” denerek organik tarım dejenere edilmektedir. Pırıltılı unvanlar altında öğrencilerine temel bilim öğretmeden mühendislik diploması verip küresel şirketlere prekarya yetiştiren postmodern üniversiteler gibi pazarlama şirketleri de organik standartları taşımayan ürünlere rejeneratif tarım ürünleri adı altında pazar yaratıyorlar. Bunların her ikisinin de sürdürülebilir olmadığı son derece açık. Ancak, hakikatin önemsizleştiği günümüzde bunların farkına varıp mücadele edecek insanların sayısı azalırken mücadele ortamı da gittikçe daralıyor. Önümüzdeki yazıda rejeneratif tarımı daha teknik boyutlarıyla anlatmaya çalışacağım.

Sayfa ilk kez okundu.

En çok okunan makaleler

Yorumlar
    Bu yazı için henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.
Yorum Yaz

Yorumunuz Gönderildi