Paris’te düzenlenen Dünya İklim Zirvesi’nde iklim için önemli kararlar alındı. Tarımsal üretimde sürdürülebilir yoğunlaşmanın gerekliliğinin öne çıktığı zirve sayesinde hükümetler, STK’lar ve büyük firmalar girişimler başlattı.
Geçtiğimiz ay içerisinde Paris’te toplanan Dünya İklim Zirvesi, Türkiye ve dünyadaki malum terör olayları, mülteci krizi ve benzeri nedenlerin gölgesinde başlayıp bitti ve dolayısıyla basında hak ettiği yeri pek bulamadı. Ancak 195 ülke tarafından imzalanan 32 sayfalık anlaşma, içinde bulunduğumuz yüzyılda küresel ısınmanın sanayileşme çağı öncesi değerlerinin 20C üstüyle sınırlanmasını, hatta uzun vadede ısı artışının 1,50C’ye indirilmesini, bunun için de yine uzun vadede net sera gazı salınımının sıfırlanmasını öngörüyor. Yani sera gazı salınımından sorumlu tutulan fosil yakıtların kullanımı azaltılarak yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımına ağırlık verilecek ve bulunduğumuz yüzyılın ikinci yarısında fosil yakıt kullanımı en az düzeye inecek. Bunun için de gelişmiş ülkelerin gelişmekte olan ülkelere yılda 100 milyar dolar mali yardımda bulunmaları öngörülüyor. Her ülke, sera gazı salınımlarıyla ilgili taahhütlerini beş yılda bir gözden geçirecek.
“Paris Anlaşması”, şimdiye kadar yapılmış olan iklim zirvelerinde çok etkili olan başta fosil yakıt üreticisi büyük şirketler ve onların desteklediği küresel ısınma reddiyecilerinin bu defa etkili olamadıklarının bir işareti. Tabii işin diğer tarafında, çokuluslu birçok STK’nın uzun yıllar süren çabalarını ve ABD’de halen Demokrat Partili Obama’nın başkan olduğunu da unutmamak gerekir.
İklim zirvesinde tabii ki zirveye katılan ülkelerin delegeleri, yani bürokrat ve avukat ağırlıklı bir grup görüşmeleri yürütmüş olsa da, anlaşmadan etkilenecek çok uluslu gıda şirketlerinden alternatif enerji üreticisi şirketlere kadar geniş bir yelpazenin halkla ilişkiler ve lobi faaliyetleri de dikkate değer.
Diğer bir ifadeyle, iklim zirvesi küresel ısınmaya bağlı olarak yaşadığımız beklenmedik iklim olaylarının nihayet zengin fakir ayrımı yapmaksızın, dünyadaki tüm insanları etkilemekte olduğunun ve ciddi tedbirler alınmadığı takdirde sonuçların daha da vahim olabileceğinin anlaşılmaya başladığını gösteriyor.
Bu olumlu gelişmenin çok farklı sektörler üzerinde çok boyutlu etkilerinin olacağı açık. Biz burada, anlaşmanın sadece gıda-tarım sektörü üzerindeki bazı etki ve yansımaları konusunu kısaca gözden geçireceğiz. Aslında bu köşede daha önce yazmış olduğum sürdürülebilir yoğunlaşma ve bunun için tarımda dönüşümün nasıl olacağı gibi konu başlıkları bu etkilerin önemli bir kısmına değiniyordu.
Sürdürülebilir yoğunlaşma tek alternatif
Sizlerin de takdir edebileceği üzere gıda ve tarım sektörü küresel ısınma ve iklim değişikliği ile doğrudan bağlantılı. Tarımsal üretim bir taraftan küresel ısınmaya katkıda bulunurken, öte yandan küresel ısınmadan büyük ölçüde etkilenen bir konumda bulunuyor. Dolayısı ile birim alandan en az fosil yakıt kullanımıyla ve çevreye en az olumsuz etkiyle en fazla ürünü elde etmek, yani sürdürülebilir yoğunlaşma tarımsal üretim için tek alternatif olarak karşımıza çıkıyor.
Karşımıza çıkan tabii ki sadece sürdürülebilir yoğunlaşma gerekliliği değil! İklim zirvesinde, bilim ve teknoloji reddiyecilerinin önde gidenleri de sesini en fazla duyuran STK’lar olarak gözler önündeydi. Sürdürülebilir yoğunlaşma ya da sürdürülebilir kalkınma gibi her türlü bilimsel ve teknolojik gelişmenin akılcı kullanımına karşı çıkan, fakirliği sürekli kılacak organik tarım dayatmasıyla küresel ısınmaya çözüm olacaklarını iddia eden STK’lar ve onların sözcüleri basının yine gözdesiydi.
Yukarıda değindiğim üzere tarımsal üretim küresel ısınmayı etkileyen önemli bir faaliyet alanı; dünyada sera gazı salınımının yaklaşık yüzde 25’i tarımsal faaliyetlerden geliyor. Bunun yanında, özellikle tarımda makineleşmenin artması ve bilinçsiz toprak işleme teknikleri sonucu geçtiğimiz yüzyılda dünyadaki tarım toprakları barındırdıkları ya da depoladıkları karbonu yüzde 50-70 arası kaybetmiş bulunuyor; yani topraktaki kuru madde içeriği hızla düşmüş görünüyor.
Bu durum Türkiye gibi genelde kurak iklim kuşağında bulunan ülkelerde daha da vahim. Dolayısıyla toprak işlemesiz tarımı mümkün kılan herbisitlere dayanıklı bitki yetiştirme uygulaması burada çok önemli bir teknoloji olarak karşımıza çıkıyor. Tabii önce teknoloji karşıtı STK’ların yarattığı GDO fobisinin kırılması gerekiyor.
En büyük katkı ormanların kazanılması
Sürdürülebilir yoğunlaşmanın en önemli katkısı; şüphesiz ki tarımsal üretime açmak için hızla kesilip, yakılıp yok edilen orman alanlarının yeniden kazanılması olacak. Yapılan hesaplamalara göre, dünyadaki sera gazı salınımının yüzde 10-15’i ormanları tahrip edilmesinden kaynaklanıyor. Büyük gıda üreticisi firmalar, Paris İklim Zirvesi’nde bu hususa dikkat çekerek, orman tahribinin önce durdurulması, ardından da 2050 yılına kadar orman alanlarının 1990 seviyesine getirilmesi konusunda yaptıkları planı açıkladılar. Orman alanlarının artması hem orman kesiminin neden olduğu sera gazı salınımını azaltacak, hem de büyük miktarlarda karbondioksit bağlanmasını sağlayacak.
Burada kısaca da olsa karbondioksit bağlanması kavramının üzerinde durmakta yarar var. Biliyorsunuz; dünya atmosferi büyük ölçüde yüzde 78 azot, yüzde 21 oksijen, yüzde 0,1 argon, yüzde 0,037 karbondioksit ve diğer gazlardan oluşuyor. Fotosentez yapan bitkiler ve bazı mikroorganizmalar da güneşin fiziksel enerjisini kullanarak atmosferdeki karbondioksiti karbonhidratlar şeklinde kimyasal bağ enerjisine dönüştürüyor. Başta insanlar olmak üzere, dünyadaki tüm canlılar bu fotosentez ürünü karbonhidratları tüketerek yaşam enerjilerini sağlıyor.
Milyonlarca yıl önce yaşamış bazı canlıların dünyanın alt katmanlarında fosilleşmiş halleri de kömür ve petrol gibi fosil yakıtları oluşturuyor. Yani hem halen yaşamakta olan bitki, hayvan ve diğer canlılar, hem de toprağın altında ve üstünde bulunan ölü organizma veya bunların kalıntıları, karbonların bağlanmış halini oluşturuyor. Bunlar yandığında veya metabolik olarak parçalandığında, bağlı bulunan karbondioksit serbest kalarak gaz halinde atmosfere karışıyor. Bu da sera gazı etkisi yaratarak atmosferin ısınmasına katkıda bulunuyor.
Aslında atmosferdeki karbondioksit düzeyi oksijen ve azot gazlarına göre eser miktarda olsa da, karbondioksit düzeyindeki az miktardaki oynamanın büyük etkileri oluyor. Yapılan hesaplamalar, halen 400 ppm seviyesine ulaşmış olan atmosfer karbondioksit düzeyinin 300 ppm’in altına çekilmesi gerektiğini işaret ediyor. Bunun için Fransa’nın öncülüğünde oluşturulan %0.4 Girişimi, kamu ya da özel kesimden tüm arzu eden kurum ve kuruluşların bir araya gelerek toprakta karbon birikimini ve depolanmasını destekleyecek tarımsal üretimi teşvik etmeye çağırıyor.
Burada tabii ki organik tarımın ve ekolojik tarım uygulamalarının topraktaki canlı yaşamı dolayısıyla karbon birikimini arttıracağı için katkıları büyük olacak. Her ne kadar dünyadaki tüm tarım alanlarını organik tarıma dönüştürmek pek gerçekçi olmasa da, modern tarımsal üretimin çevre açısından daha duyarlı olması ve topraktaki canlı yaşamı ve organik madde düzeyini arttırmaya yönelik teknolojileri kullanması büyük önem taşıyor. Topraktaki organik maddenin artması erozyonu önlemede, toprağın su ve bitki besin maddeleri tutma kapasitesinin artmasında ve yine topraktaki biyoçeşitliliğin artmasında sağlayacağı olumlu etkiler yanında havadaki karbondioksit düzeyini de düşürecektir.
Yine rakamlarla konuşacak olursak; halen dünya topraklarının organik madde halinde 1500 milyar ton karbon barındırdığı hesaplanıyor. Eğer ekolojik tarım uygulamaları, ağaçlandırma, meraların geliştirilmesi ve toprak işlemesiz tarım gibi uygulamalarla toprakta yılda tutulan karbon oranı binde 4 (yüzde 0,4) arttırılabilirse, bu yöntemle atmosferdeki sera gazı etkisi yaratan karbondioksit gazı oranı artışı durdurulabileceği gibi, tarımsal verimlilik de görece artacaktır.
Anlaşmayla resmi olarak tescillenme sağlandı
“Tarımda dönüşüm nasıl olacak?” başlıklı yazımda da anlatmaya çalıştığım üzere, tarımda sürdürülebilir yoğunlaşmanın gereği İklim Zirvesi ile bir kez daha gözler önüne serilmesinin yanında, 195 ülkenin imzaladığı uluslararası bir anlaşmayla da resmi olarak tescil edilmiş bulunuyor. Bu zirve sayesinde gerek hükümetler ve STK’lar, gerekse büyük şirketlerin farklı yöntemlerle de olsa ciddi girişimler başlatmaları sevindirici olmakla beraber, politikacıların bunlara nasıl tepki vereceği tabii ki merak konusu.
Karbondioksit salınımları nasıl kontrol edilecek? Karbondioksit salınımı yüksek düzeyde olan gelişmiş ülkelerle karbondioksit salınımı yok düzeyinde olan ülkeler arasında ticari alışveriş gibi kota pazarlıkları mı yapılacak? Karbondioksit salım vergisi olacak mı? Olacaksa bundan elde edilen vergi kazançları nasıl kullanılacak? Ve benzeri sorular muhtemelen daha uzun yıllar konuşulacak gibi görünüyor.
Özetle, küresel ısınma ve bunun bağlı iklim değişikliklerinin neden olduğu sıkıntıların nihayet hükümetlerce kabul edilmesi ve 195 ülkenin imzalamasıyla anlaşmaya varılması, dünya gıda ve tarım üretiminde de radikal değişiklikleri getirecek gibi görünüyor. Bunun için önyargı ve ideolojik tercihleri bir yana bırakarak tarımsal üretimde sürdürülebilir yoğunlaşmayı sağlayacak tüm teknolojilerden yararlanmak ve ayrıca yılda 1,3 milyar ton olarak hesaplanan gıda kayıplarını da en aza indirmek gerekiyor.
|