Tarım Dergisi tarlasera
tarlasera SATIN AL
Kapat

Akla Veda

Bu başlığı atarken, üzülmekle beraber hafif bir zevk duyduğumu da itiraf etmek durumundayım. Konuya tam girmeden önce “Akla Veda” başlığını 2012 Aralık ayındaki “Bilim, bilim insanlarına bırakılmayacak kadar önemlidir” başlıklı yazımda bahsettiğin Paul Feyerabend’den ödünç aldığımı belirtmek isterim. Hatırlarsanız o yazımda postmodern yaklaşımda her şeyin mubah olduğu, ağzı olanın konuştuğu bir ortamda kültürel çeşitlilik bahanesiyle bilimin, bilimcilerin ve bilimsel olgular ışığında geliştirilen teknolojilerin gittikçe daha fazla eleştiri konusu olduğunu ve inkar edildiğini yazmıştım. Hatta Paul Feyerabend’in Özgür Toplumda Bilim başlıklı kitabında kendisine ve kendisi gibi düşünen postmodern kesime “…aydınların ve uzmanların (bilim adamlarının) kendilerinkinden farklı olan geleneklerin önünde engel oluşturmalarını ve uzmanların toplumun yaşam merkezlerinde tuttukları yerlerinden sökülüp çıkarılmalarını hazırlamak” gibi bir görev tanımladığını da aktarmıştım. Feyerabend mezarında mutlu yatsın; şu an Türkiye’de yaşadıklarımız onun yazdıklarının birebir uygulamaya geçmiş hali. Hatırlarsanız Nisan ayı başlarında gazetelere “Mersin’de GDO’lu Pirinç Yakalandı” diye bir haber düştü. Bu konuyla ilgili olarak basında yer alan haberlerin sayısını ve niteliğini [tarlasera]'nın bu ayki sayısında bulacaksınız. Ben de bu olayın aslında ne olup, ne olmadığını ve kamu otoriteleri tarafından konunun nasıl ele alınıp, halkın nasıl yanlış bilgilendirildiğini anlatmaya çalışacağım. Bu konuya girmeden hemen önce sizleri 2004 yılına götürerek hafızalardaki bir olayı tazelemenize yardımcı olmaya çalışacağım. Hatırlarsanız, 2004 yılı Ekim ayı içerisinde GDO’ya Hayır Platformu, Henrich Böll Vakfı’nın da maddi desteğiyle Avrupa’nın GDO karşıtı STK’larından “Friends of the Earth” tarafından gönderilen “Canavar Domates Balonu”nu Türkiye’de dolaştırmış ve basında geniş yer bulmuştu. Hatta, o zamanki Tarım Bakanımız da Ankara’ya gelen “Canavar Domates Balonu”nu şereflendirmişti. Ardından daha ilginç bir olay gerçekleşti. “Canavar Domates Balonu” haberlerinden etkilenen ülkemizin saygın üniversitelerinden birinden bir akademisyen yaptırdığı tez çalışmasında “Türkiye’de yetişen 28 domatesten 22’sinde GDO bulduğunu” açıklamıştı. Ancak, ABD ve İngiltere’de kısa süre üretimi yapıldıktan sonra üretimi yapıldıktan sonra piyasadan çekilen genetiği değiştirilmiş domatesin dünyada üretimi yapılmamaktaydı. Nitekim söz konusu tez incelendiğinde, kullanılan yöntemin iddiaya kanıt olabilecek sonuçlar ortaya koymadığı da bir uzman gözüyle kolayca görülebilmekteydi. GD pirinç var mı? Yazdığım yazıları takip edenler, gerek dünyada gerekse Türkiye’de GDO’lar konusunda müthiş bir bilgi kirliliği olduğunu sıkça dile getirdiğimi bilirler. Bunun sorumlusu da sadece tiraj ya da rating peşindeki basın değil, aynı zamanda bu bilgi kirliliğinden şu veya bu şekilde nemalanmanın peşinde olan STK’lar ile bunlara destek veren az sayıda akademisyenin zaman zaman gündeme gelen bilimsellikten uzak çalışmalarıdır. Son GDO’lu çeltik olayı da bunun son yansıması. Türkiye yıllardır ihtiyacı olan bir miktar çeltiği başta ABD olmak üzere bazı çeltik üreticisi ülkelerden ithal eder. Bunun bir kısmı işlenerek yani pirinç haline getirilerek Türkiye’de değerlendirilir; daha büyük bir kısmı da yurt dışına ihraç edilir. Bu ticaretin belli başlı 2 nedeni vardır. Birincisi, Türkiye’de üretilen çeltik ihtiyacımızı karşılayacak düzeyde değildir; ikincisi de, girdi maliyetleri yüksek olduğu için yerli çeltik ithal çeltikten daha pahalıdır. Bu durum, soya fasulyesi diğer çoğu ürün için geçerlidir. Bu kısa açıklamadan sonra akıllardaki ikinci soruyu yanıtlayalım. Dünyada genetiği değiştirilmiş çeltik ticari olarak yetiştirilmekte midir? Cevabı “hayır”dır. Ama bunu GDO karşıtlarına anlatmak zordur. Zira o zaman bu kadar kargaşa çıkmayacak, onlar da bundan nemalanamayacaklardır. Evet, 2006 yılında ABD’de deneme amacıyla üretilen bir kısım LL601’in tedarik zincirine eser miktarda karıştığı tespit edilmiş ve bununla ilgili testler kamu otoriteleri tarafından yerel laboratuarlarla paylaşılmış, gerekli tedbirler alınmış, ortaya çıkan ticari kayıplar nedeniyle üretici Bayer firması çiftçilere yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalmıştır. Bu arada belirtmekte yarar var: Bu pirinçler insan yemi ve gıda amacıyla tüketilmesinde bir zararı olmadığı bilimsel olarak ortaya konulduğu için ABD yetkili kurumlarından izin almış, ancak AB’den henüz onay çıkmadığı için sıkıntı yaşanmıştır. Yine hatırlatmakta yarar var: LL601’in muadili sayılabilecek Bayer tarafından üretilmiş LLRice62 EFSA tarafından insan sağlığı ve hayvan yemi olarak sağlık açısından sakıncalı olmadığı için ithaline yeşil ışık verilmiştir.[i] Bunun yanında, bizim basına yansıyan adıyla bir de Çin’de geliştirilmiş ve henüz ticari üretimi yapılmayan Bt63 (Cry1Ab/Ac) geni taşıyan çeltik vardır. O pirincin de AB ülkelerinin bazılarında 2006 yılından itibaren tespit edildiğini ve yine AB yetkili kurum ve kuruluşları tarafından gerekli analiz yöntemlerinin belirlenerek gerekli tedbirlerin alındığını biliyoruz.[ii] Tabii bir de yıllardır tartışma konusu olan ve yıllardır süren risk analizlerine rağmen GDO karşıtlarının engellerinden kurtulamadığı için ticari üretimi başlayamayan beta karoten içeriği yükseltilmiş “Golden Rice” ya da “Altın Çeltik” var. Onun detayları [tarlasera]'da daha önce bizzat Prof. Dr. Ingo Potrykus tarafından anlatılmıştı. Sıfır tolerans eşiği sorun yaratıyor Şimdi tekrar asıl konumuza yani Mersin’de yakalanan GDO’lu çeltiğe dönelim. Olay bir ihbarla başlıyor. Bir firma ABD’den ithal ettiği 12 bin ton çeltiği partiler halinde antrepodan çekiyor. Bu işlemler sırasında da ithal için gerekli testleri ve diğer yasal işlemleri yerine getiriyor. Ancak, son parti çekilirken bu ihbar devreye giriyor. Analizlerde GDO olduğu tespit ediliyor. Firmanın itirazı sonucu farklı özel ve resmi GDO analiz laboratuarlarında analizler yapılıyor. Bu analizlerin bir kısmında “GDO var”, bir kısmında ise “GDO yok” sonuçları rapor ediliyor. Doğal olarak konuyla ilgili ya da ilgisiz herkesin kafası karışıyor. Tabii basınımız da bu hassas konuda üzerine düşen görevi yerine getiriyor. Bu konuda yüzlerce yayın yapıyor. Ben de genetik mühendisliği konusunda doktora yapmış ve yıllardır tarımsal biyoteknoloji ve biyogüvenlik konularında çalışan bir araştırmacı olarak konuyu ele almak zorunda hissettim kendimi. Gözlemlerimi kısaca sizlerle paylaşayım: Birincisi ve belki de en önemlisi Türkiye’de, belki de dünyanın hiçbir ülkesinde olamadığı kadar çok GDO analiz laboratuarı var; ama bir iki tanesi hariç bunlar uluslar arası akreditasyona sahip değil. Doğal olarak aynı numune üzerinde farklı sonuçlar buluyorlar. Söz konusu GDO’lu çeltikte de aynı sorun yaşanıyor. Ancak, benim dikkate aldığım biri ABD’den diğeri de Almanya’dan uluslar arası akredite laboratuarların verdiği rapor. Onlar da bu çeltiklerin GD olmadıklarını rapor ediyorlar. Bu çeltik üzerinde, Ulusal Gıda Referans Laboratuarı’nın yaptığı analiz sonucu ise daha çarpıcı bir noktayı ortaya koyuyor. O da çeltiğin içerisinde eser miktarda genetiği değiştirilmiş soya izine rastlanmış olması. Buna teknik literatürde “Low Level Presence (LLP)” “istem dışı eser miktarda bulunma” ya da “karışma” adı veriliyor. Bu konunun nasıl çözümleneceği uluslararası platformlarda hala tartışılıyor. AB geçici olarak onay vermemiş olduğu ürünlerin ithal edilen yem hammaddelerinde yüzde 0,1 oranının altında olması kaydıyla tolerans gösteriyor. Türkiye’de ise bu tolerans eşiği yüzde 0. Bu da ister istemez uygulamada, yani ithal hammaddelerde sıkıntı yaratıyor. Bu eser miktarda istem dışı karışma malların ithal edildiği gemiden, depolandığı antrepodan, hatta analizlerin yapıldığı laboratuarlardan olabilir. Nitekim söz konusu çeltiği ABD’den getiren gemide GD soya ile GD soya küspesi de ithal edilmiş. Dolayısı ile yüzde 0 tolerans eşiği uygulanması pek zor bir durum; tek çözüm ise yüzde 0 ithalat gibi görünüyor. Uygulamalar tutarsız ve dayanaksız Ancak, işin daha vahim ve enteresan tarafı, bu ilk çeltik hadisesine ek olarak farklı 2 firmanın yine farklı 2 ülkeden ithal ettikleri çeltikler üzerinde İTÜ tarafında yapıldığı gazetelere yansıyan GDO testi. İTÜ’deki laboratuar bu 3 farklı firmaya ait 3 farklı ülkeden ithal edilen 3 farklı çeltikte aynı genleri buluyor. Konu ile alakası olmayanlar için pek de garip olmayabilir. Ama konu uzmanı için son derece garip. Yine internet ortamına düşen raporlar incelendiğinde durum aynen yazının başında anlattığım GDO’lu domatese benziyor. Gazete haberleri bilimsel raporda kanıt oluyor. Ama uzman gözüne takılan şu: GDO analizi yapanlar, testlerde standart referans olarak kullanılan çeltik genine bakmış ve onları bulmuşlar; ancak, GDO için aktarılan genlere bakmamışlar. Dolayısıyla tüm analiz edilen örnekler çeltik olduğu için çeltik genlerini bulmaları da doğal. Yani bu test ile bizim Osmancık pirincine de baksalar o da GDO çıkardı. Olayı özetleyecek olursak, burada GDO olmadığı halde çeltikler GDO yaftası yemişlerdir. Burada, Biyogüvenlik Kanunu ve uygulamalarının ne kadar tutarsız ve dayanaksız olduğu bir kez daha ortaya çıkmış. Ve belki de daha önemlisi; Biyogüvenlik Kurulu, daha ilk başta bu GDO raporlarını inceleyecek bir uzman heyeti oluşturarak bilimsel görüş belirlemediği için kamuoyu bir kez daha yanlış bilgi bombardımanı altında kalmıştır. Biyogüvenlik mevzuatımız AB biyogüvenlik mevzuatı ile birebir uyumlu hale getirilmedikçe bu pilav daha çok su kaldırır.  


[i] http://www.efsa.europa.eu/en/efsajournal/pub/588.htm
[ii] http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2011:343:0140:0148:EN:PDF
Sayfa ilk kez okundu.

En çok okunan makaleler

Yorumlar
    Bu yazı için henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.
Yorum Yaz

Yorumunuz Gönderildi