Ay yüzeyinde 2030’da kurulması planlanan ESA üssünü tasvir eden kısa film “Dünyanın Ötesinde Yaşam” yayınlandı. Uzayda kolonileşmenin önkoşulu olan bitkisel üretim aydaki yerleşimin ayrılmaz parçası olacak.
Rus astronot Yuri Gagarin’in 12 Nisan 1961’de yaptığı uzay yolculuğuyla insanlık kendi evi olan Dünya’dan dışarı ilk kez adım attı. Bu tarihten yaklaşık 8 yıl sonra ise Apolllo 11 uzay aracının Ay’a iniş yapmasıyla uzaydaki ilk “komşu ziyareti”miz gerçekleşmiş oldu!
Hem Dünya’mızın uydusu hem de on en yakın gökcismi olması Ay’ı erken dönem uzay keşiflerde öncelikli kılsa da, sonraki dönemlerde insanlı ya da insansız uzay yolculuklarının ilgi alanları genişledi. Artık kendi güneş sisteminin de dışına yol almakta olan Voyager-1 aracı uzayda aldığımız mesafeleri çok daha uzattı.
Uzay yarışı yeniden Ay yörüngesinde
Uzaya dair merakımızın asıl motivasyonu olan “Canlı yaşamı dünya dışında nerede, nasıl mümkün olabilir?” sorusu geçerliliğini koruyor. Öte yandan, dünyaya özgü yaşamın temel ihtiyaçlarının karşılanabildiği, kalıcı bir uzay yerleşkesi yaratmak için hızlandırılan çalışmalar çok yakında bu hayalin gerçekleşeceğinin habercisi.
Bunun için en uygun hedef olarak Mars’ı işaret eden SpaceX firması birkaç yıl içinde kızıl gezegene yapılacak ilk insanlı yolculuğa hazırlanıyor. Ancak uzayda kolonileşmenin nereden başlayacağına dair senaryolar yakın zamanda revizyona uğradı. Geçtiğimiz yılın Mart ayında NASA’nın Ay üzeride su bulunduğuna dair açıklaması, bir anda Ay’a uzay yarışının ilk yıllarındaki popülaritesini de geri kazandırdı!
Uzayda da yaşamak demek üretmek demek
Ancak ister Mars ister Ay olsun, dünya dışında üsleşebilmek için her şeyden önce sürdürülebilir gıda temininin, yani bitkisel üretimin uzaya taşınabilmesi gerekli. Yani insanın dünya üzerindeki hikayesinde bir dönüm noktasını oluşturan tarım, dünya dışında yazılacak yeni hikayenin de zorunlu bir parçası olacak. “Uzayda tarım” fikrini mümkün kılmak için süren araştırmalar bu yüzden kilit önem taşıyor.
Ay yüzeyinde üs kuracağını duyuran ilk ülkelerden Çin bunun için 2036 yılını işaret ederken, ABD Federal Havacılık İdaresi (NASA) ise 2028’de Ay görüngesine bir uzay istasyonu yerleştireceğini açıkladı. Avrupa Uzay Dairesi (ESA) ve Rusya ortaklığında inşa edilecek Ay üssü için ise 2030 tarihi veriliyor.
Ay kolonileri neye benzeyecek?
Tıpkı yarım yüzyıl önceki Ay’a ulaşma serüveninde olduğu gibi, Ay’da kolonileşme fikri de merak ve heyecanı beraberinde getiriyor. ESA’nın geçtiğimiz günlerde yayınladığı ve planlanan koloninin bir tasvirini yapan “Dünyanın Ötesinde Yaşam” isimli kısa film işte bu meraka karşılık verme amacında.
Venedik Bienali kapsamında bu yıl “Birlikte nasıl yaşayacağız?” temasını işleyen Mimarlık Sergisi’nde de kendine yer bulan film, izleyiciye Ay üzerinde yaşamın nasıl bir deneyim olacağına dair yaklaşık 4 dakikalık bir tasvir sunuyor. Mimarlık firması Skidmore, Owings & Merrill yapımında yer aldığı ve ESA uzmanları ile eski NASA astronotu Jeffry Hoffman’ın bilimsel desteğiyle hazırlanan film, bu yönüyle gerçekte kurulacak olan Ay modülünün gerçekçi bir resmini çiziyor.
Gök mavisi yerine dünya mavisi
Peki gerçekten “dünyanın ötesinde yaşam” ne kadar dünyadakine benziyor? Gezegenimizdeki atmosferin bir benzerine sahip olmayan Ay’da alışkın olduğumuz mavi gökyüzü yerine gündüzleri de uzay boşluğunun karaltısı hakim. Onu bir parça renklendiren ise güneş ve kendi gezegenimizin o meşhur manzarası!
Tasvir edilen koloniyi oluşturan yapılar ve daha önemlisi Ay’ın ilk sakinleri, yani insan faktörü “dünyaya dair” çevreyi oluşturuyor. Ancak filmde göze çarpan bir başka detay daha var: İstasyonda bitkilerin yetiştirildiği kapalı alanları gösteren sahneler, bu ortamı bir anda gerçek anlamda dünyalılaştırmaya yetiyor!
Aynı resimde bir araya gelenler
İnsanlık bugüne değin gözlemleyebildiği sınırlı uzayda henüz canlı yaşamına rastlayabilmiş değil. Dünyadaki canlılığın en temel öğesi ise, insandan çok daha önce var olmuş ve ondan sonra da var olacak olan bitkiler.
Dünyadaki yaşamı ilk kez dışarı taşıyacak olan Ay istasyonlarında bir yanda en gelişkin niteliklere sahip teknolojiler, yani varlığını insan uygarlığına borçlu öğeler olacak. Ancak tüm bunlara, uygarlığın da kendi var oluşunu borçlu olduğu bitkisel yaşam eşlik edecek.
Yaşamsal bütünlük korunmak zorunda
Sözünü etiğimiz uygarlık, yaşamını devam ettirebilmek için tüketmek zorunda olduğu bitkileri üretebilmeyi, yani “tarım”ı öğrenerek dünya üzerindeki yaşamı başka bir boyuta taşıdı. Yüzlerce yıl sonra bugün de, biyogenetik gibi alanlar sayesinde bitkisel yaşamın en temel sırlarını bir bir keşfetmeye ve bu sayede ona yeni değerler katmaya devam ediyor. Tıpkı uzayın keşfinde olduğu gibi…
Yaşama içgüdüsü, sonsuz merakı ve dönüştürücü gücüyle yaşamsal bütünlüğün bir parçası olan insan, şimdi Dünya adını verdiği evinden ilk kez dışarı taşmaya hazırlanıyor. İşte bu yeni deneyim de, insanın kendisini Ay’da ya da uzayın engin denizlerinde ulaşacağı herhangi bir noktada, ama hepsinden önce Yeryüzünde var edebilmek için bu bütünlüğü korumak zorunda olduğunu hatırlatıyor.