1. BÖLÜM : Tarımda yenilik ile gelenek bir arada yaşayabilir mi? -1
Boğaziçi Üniversitesi’nden akademisyenlerin yürüttüğü saha çalışması geleneksel çeşit ve yöntemlerle çalışan üreticilerin modern bilgi ve anlayışlara kapalı olmadığını ortaya koyuyor.
Bir yanda yepyeni ufuklar açan biyogenetik devrim, diğer yanda doğa ve insan işbirliğinin ürünü olan bitkisel kaynakları korumak için gösterilen çaba… Aslında bunların ikisi de tarıma olumlu bir gelecek çizebilme amacına hizmet ediyor. Peki ya tarımsal pratiğin ana üssü olan tarım arazilerde de geleneksel ile modern aynı amaç uğrunda bir arada bulunabiliyor mu?
Bugün doğal ve tarımsal zenginliği koruma eğilimi çoğu kez teknoloji karşıtlığıyla el ele yürüyor. Aynı şekilde, gelişim fikri kontrolsüz bir hırsa dönüştüğünde korumaya muhtaç pek çok değer de elden kayıp gidiyor. Yukarıdaki soruya olumlu bir yanıt verebilmek işte bu yüzden büyük önem taşıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nden akademisyenlerin ortaya koyduğu bir çalışma bu soruya Türkiye tarımı cephesinden dikkate değer bir yanıt veriyor.
Öğretim üyeleri Prof. Dr. Özlem Öz ve Doç. Dr. Zühre Aksoy’un yakın zamanda yürüttüğü bu araştırma kapsamında Hatay, İzmir, Niğde ve Sakarya gibi farklı bölgelerde geleneksel üretim yöntemlerini kullanan öncü üreticilerle görüşülürken, çalışmanın ikinci etabının gerçekleştiği Kars’ta ise yine geleneksel bir çeşit olan Kavlıca buğdayı yetiştiriciliği “örnek vaka” olarak mercek altına alındı.
Üreticilerin tek önceliği verim değil
Bugün çoğu üreticinin sezon sonuna dair beklentileri arasında yüksek verim çok önemli bir yer tutuyor. Bu genel yaklaşım “daha dar alanda, daha çok ürün” anlayışını merkeze alan modern tarım prensipleriyle de örtüşür nitelikte. Buna karşın, araştırmacılar üreticinin tek önceliğinin verimlilik olmadığına dikkat çekiyor. Bu da ürün yetiştirme süreçlerinin tek yönlü olmadığına dair olumlu bir gösterge.
Kapılar yeni bilgi ve uzmanlığa her zaman açık
Tarımsal hedeflerdeki bu çok yönlülük eğilimi üretim tercihlerine ve mantalitesine de yansıyor. Farklı illerden 30 adet üreticiyle yapılan görüşmeler gösteriyor ki; bir üreticinin geleneksel yöntemleri sürdürüyor olması onun yeni bilgilere ve modern teknolojiye kapalı olduğu anlamına gelmiyor. Dahası, geleneksel üretici ile modern üretici birbirinden apayrı iki karakteri de temsil etmiyor: Saha çalışmasına konu olan ve “geleneksel üretici” tanımına uyan üreticilerin yalnızca atalık tohumlarla değil modern tohum teknolojilerinin ürünü çeşitleri de ekiyor olmaları bunu ispatlıyor.
Araştırmacılara göre bu asıl sorun ise üreticilerin bilgi ve teknolojiye ulaşmasında yaşanıyor. “Uzmanlardan gelen yeni bilgiyi reddetmekten çok, ihtiyaçlarını karşılayacak teknolojik gelişmelerle ilgili bilgileri edinmek istiyorlar” diyen Aksoy ve Öz, “Ziraat mühendisleriyle bir araya gelmeye önem veriyorlar ve örneğin ekim sırasında neyin doğru neyin yanlış olduğunu göstermeleri için uzmanların arazide bulunmasını talep ediyorlar” diyor.
Kavılca buğdayı neyi temsil ediyor?
Atalardan gelen geleneksel tarım bilgisiyle bilimsel ve modern bilginin, üreticinin ihtiyaçlarını gözetecek şekilde nasıl bir araya getirileceği sorusunu soran araştırmacılar, bu açıdan Kavılca buğdayı yetiştiriciliğine bu açıdan özel ilgi gösteriyor. Çünkü kökeni çok eski tarihlere dayanan Kavılca gibi bitki çeşitleri tarımın geçmişi ile bugünü, hatta bugünü ile yarını arasında kilit bir noktada duruyor.
Kars bölgesi ile özdeş olan Kavılca buğdayı “antik buğday grubu” içinde yer alan, dünyanın en eski buğday türlerinden biri. Islah edilmemiş bir çeşit kılçıklı buğday olarak tanımlanan türün nesli aslında yakın zamana kadar tükenme tehdidi altındaydı. Tıpkı siyez buğdayı gibi tarihsel önemi büyük bu antik bitkiyi yaşatmak için harcanan çabalar sonuç verdi ve Kavılca buğdayı da birkaç yıl önce yeniden toprakla buluştu.
Geçmişi korumanın yolu da teknolojiden geçiyor
Ekonomik koşullar, tarımsal modeller, geçmişin mirası, bugünün ihtiyaçları ve gelecek… Tüm bu denklemi gözlemleyebilmek için yalnızca Kavılca buğdayı değil, onun anayurdu olan Kars bölgesi de iyi bir başlangıç noktası. Aksoy ve Öz, sosyo-ekonomik açıdan Türkiye’nin en kısıtlı imkanlara sahip illerinden biri olan Kars’ın buna karşılık çok geniş bir bitki çeşitliliğine de ev sahipliği yaptığına dikkat çekiyor.
Kars’ta ürünün yetiştiriciliği yapan üreticiler bu yolla biyoçeşitliliğin korunmasında önemli bir görev üstlenmiş oluyor. Elbette arazilere ekilen bu kadim tohumlar bugünün modern buğday çeşitleriyle kıyaslandığında ticari ve işlevsel olarak kulvar dışında kalıyor. Ancak onu yaşatarak gelecek çağlara aktarabilmek ve potansiyellerini ortaya çıkarmak için yine bilimsel bilgiye ve teknolojiye ihtiyaç var.
Kaynaklar arası sinerjiye ihtiyaç var!
Saha çalışmasında görüşülen 22 Kavılca buğdayı üreticisi şu konuda hemfikir: Üreticiler, tarım uzmanları ve ziraat mühendislerinin birbirlerinin bilgilerinden yararlanarak birlikte çalışması ve bu sürecin uzun vadede kurumsallaşması gerekli. Araştırma değerlendirmesine göre bunun yolu da kamu sektörü, bilim insanları ve üreticileri bir araya getirecek ve üretimdeki öncelikleri belirleyecek katılımcı mekanizmaların kurulmasından geçiyor.
Bitkisel üretimin sacayakları arasındaki kopukluklar giderilmedikçe, tarımın geçmişinde geleceğine uzanan çizgide de bir bütünlük sağlanamıyor. Yani başa dönersek, gelenek ile yeniliği doğru bir zeminde buluşturmak için önce tarım arazileri ile tarımsal bilgi ve tekniğin kaynakları arasında daha güçlü bir sinerjiyi yakalamak gerekiyor!