Gezegenin yaşamsal sorunları kimseyi “siz, onlar, diğerleri” diye ayırmıyor. Felaket senaryolarının da, “teğet geçer” iyimserliğinin de üzerinde; herkes için geçerli ve yalnızca bilimin nesnelliğiyle ortaya konulabilecek bir gerçeklik var.
Mart ayının başında ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) New York’ta bulunan araştırma enstitüsünde görevli bir grup uzman, gerçekleştirdikleri bir araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Rapor, Türkiye’yi de içine alan Levant (Doğu Akdeniz) bölgesinin son 900 yılın en kurak yıllarını yaşadığını ortaya koyuyordu. tarlasera.com aynı gün bu açıklamanın ayrıntılarına sayfalarında yer verdi.
Yaklaşık 1 ay sonra, 3 Nisan günü Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun çok konuşulan “Bizim teknolojimiz onlardan ileri. NASA da kim oluyor?” açıklaması geldi. Eroğlu, “Onlar iklim verilerine global ve kuşbakışı bakıyor. Biz noktasal ve bölgesel tahminler yapıyoruz” diyordu.
Aynı gün NASA, web sitesinde Hubble Uzay Teleskopu’nun çektiği ve Samanyolu galaksisinin merkezini gösteren fotoğrafı paylaşıyordu. Bu fotoğraf özellikle sosyal medyada ironik tartışmaların konusu oldu.
Gezegenin yaşam belirtileri
Elbette NASA’nın “kim” olduğuna dair uzunca açıklamalara gerek yok. Öte yandan NASA Sözcüsü Sean Potter’ın da belirttiği gibi, NASA’nın asli görevi hava tahminlerinde bulunmak değil. Ancak kurumun çalışmaları arasında, dünyanın geleceğini ilgilendiren iklim değişikliği temelinde araştırmalar da yer alıyor. NASA’nın “Küresel İklim Değişikliği – Gezegenin Yaşam Belirtileri” başlığı altında iklimsel araştırmalarına, projelerine ve görsel/yazılı pek çok materyale bu adresten ulaşmak mümkün.
Orman ve Su İşleri Bakanlığı’na bağlı Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün sitesinden de Türkiye’ye ait iklimsel pek çok veriye ulaşılabiliyor. Uzmanlık alanı tarım ya da başka bir alan olan herkes, ihtiyaç duyduğu veya merak ettiği bilgilere ulaşmak ve bunlardan istediğini dikkate almak konusunda özgür.
Yerel tahminler mi, küresel veriler mi?
Tartışmada asıl ilginç olan nokta ise “NASA da kim oluyor” çıkışından ziyade onu takip eden cümlelerde gizli. Eroğlu, NASA uzmanlarının açıklamalarının karşısına bölgesel “tahminleri” koyuyor. Oysa söz konusu araştırma tahminlerde ziyade, 1998-2012 yılları arasındaki verileri en az 900 yıllık mevcut iklim verilerle karşılaştırıyor.
İkinci nokta NASA’nın iklim verilerine “global” bakıyor olmasına yapılan olumsuz vurgu. Konu iklim değişikliği olduğunda “noktasal” verilerin global verilerden üstün olduğunu ima etmek ya da bu verileri karşı karşıya getirmek ne kadar bilimsel? Burada NASA araştırmasının Türkiye’yi de içine alan bir “bölge” özelinde sonuçlar içerdiğini de hatırlatmak gerekli.
Kuraklığın teğet geçtiği ülke
30 Mart günü Orman ve Su İşleri Bakanlığının yaptığı açıklamada, “NASA’nın haberi ve haber kaynağı olarak kullandığı makale incelendiğinde, ayrıca bununla ilgili ülkemizde yapılan makaleler araştırıldığında son 9 asrın en kötü kuraklığının Türkiye için geçerli olmadığı kanaatine varılmıştır. Makalede kullanılan uzamsal dağılım oluşturma yönteminin kullanılan örnekler dikkate alındığında yetersiz kaldığı ve bu dağılımla elde edilecek yorumların Anadolu için doğruyu yansıtmayacağı anlaşılmıştır” deniliyor. Yani bir anlamda Bakanlığa göre kuraklık Türkiye’yi “teğet” geçiyor!
Elbette Bakanlığın iklim değişikliğine dair küresel verileri göz ardı etmesi mümkün değil. Meteoroloji’nin internet sitesinde iklim değişikliğine dair temel göstergeler sayfasında, bugün burun kıvrılan NASA’nın verilerine başvuruluyor. Ayrıca Meteoroloji’nin Araştırma Dairesi Başkanlığı’nın 2015’te yayınladığı “Yeni Senaryolar ile Türkiye İklim Projeksiyonları ve İklim Değişikliği” raporunda yine “teknolojisi bizden geri olan” NASA’nın iklim verilerinden faydalanılıyor.
Bilimsel yaklaşımdaki kuraklık
İklimin, suyun, tarımsal üretimin geleceğine dair Türkiye’nin öznel tavırlara değil nesnel verilere ihtiyacı var. Bilimsel temele dayanan her araştırma en ciddi şekilde ele alınıp değerlendirilmek zorunda. İklim değişikliği adı üzerinde, küresel bir olgu. Kuraklık, su ve gıda krizi de öyle. Ve tüm gezegenin yaşamsal sorunları kimseyi “siz, onlar, diğerleri” diye ayırmıyor. Felaket senaryolarının da, “teğet geçer” iyimserliğinin de üzerinde tek, yalın, herkes için geçerli ve yalnızca bilimin nesnelliğiyle ortaya konulabilecek bir gerçeklik bulunuyor.
Belki de iklimsel anlamda kuraklığa karşı önce bilimsel yaklaşımda yaşadığımız kuraklığı aşmamız gerekiyor.