Avrupa’da pestisit lobileri
Avrupa sınırları içerisinde pestisitlerden bahsedildiğinde iki farklı lobiden bahsetmek gerekiyor. Bunlardan ilki tüketicilerin ve sivil toplum örgütlerinin başını çektiği lobiler, bir digeri ise; endüstriyel pestisit lobisi.
Artık market reyonlarından sofraya değil, gıda ürünlerinin tarladan sofraya hangi koşullar altında ulaştığı, üretimde hangi üretim tekniklerinin kullanıldığı, üretim sırasında doğanın ne kadar tahrip edilip edilmediği, ürünün tarladan tüketiciye ulaştırılırken hangi nakliye imkanlarından faydalandıldığı gibi bir dizi faktörü göz önünde bulunduran Avrupalı bir tüketici profili ile karşı karşıyayız. İskandinav ülkelerinin başını çektiği gıda güvenliği konusu, Avrupa’nın diğer taraflarında da her geçen gün etkisi fazlasıyla hissedilen bir durum. Gıda güvenliği konusunda en dikkat çeken konulardan bir tanesi elbette pestisitler.
Tüketiciye dayalı pestisit lobisi
Avrupa’da yasaklı binlerce pestisite, neredeyse her ay yeni bir tanesi ekleniyor. Bu konuda lobicilik faaliyetlerinin de etkili olduğu Avrupa’da, örneğin en son iki senedir neonicotinoidi adı verilen ve sinir sistemine zarar veren böcek ilaçları, Avrupa kıtasının tamamında yasaklı durumda. Arıların popülasyonundaki düşüşe neden olarak gösterilen neonicotinoidi’lerin yasaklanması kararının arkasında, dünyanın en büyük ve etkili çevre kuruluşu olan International Union for Conservation of Nature’nin (IUCN-Uluslararası Çevre Koruma Birliği) olduğu biliniyor.
Global ısınma ve çevre kirliliği ile ilgili sıradışı açıklamaları bilinen Copenhagen Consensus Center’in lideri Bjørn Lomborg, 24 mart 2015 tarihli yazısında; IUCN’nin kendisine yakın olan bir kaç akademisyen ile birlikte neonicotinoidleri yasaklamak için, önceden belirlenmiş olan bir araştırmanın sonucunu Avrupa Birliği Komisyonuna sunduğunu belgeleriyle açıklıyor. Pestisitler konusundaki lobi çalışmalarında ağırlığı hissedilen diğer bir kuruluş ise hiç şüphesiz; Dünya Doğa Fonu olarak bilinen WWF.
Avrupa’daki sivil toplum kuruluşları kadar, özellikle sol çizgiye yakın politik partilerin de medya aracılığı ile Avrupa kamuoyunun gündeminde başat konu olarak lanse ettikleri konulardan bir tanesi bu anlamda; tarımda kullanılan zirai ilaçlama ürünlerinin, yani pestisitlerin insan ve çevre sağlığına olan etkilerine yönelik. Avrupa’daki bir çok politik partinin parti programlarında çevre politikaları artık olmazsa olmazlardan. Özellikle son 5 sene içerisinde, tamamıyla organik ürün satan marketlerin yanı sıra, artık neredeyse her süpermarket zincirinin organik reyonlarını oluşturması da, bahsi geçen gündemin ne kadar içselleştirildiğine dair somut ibareler.
Endüstriyel pestisit lobisi
Amerika ve Avrupa arasındaki serbest ticaret antlaşması olan ve özellikle finans sektörünü yakından ilgilendiren Transatlantic Trade and Investment Partnership (Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması,TTIP) 2015 yılının başından bu yana Avrupa Birliği krizlerinin en önemlilerinden biri. İki kıta arasındaki ticari ilişkiler önündeki engelleri kaldırmak amacında olan projede, AB Ülkeleri AB sınırları içerisinde yıllardır inşaa ettikleri prensip ve yasalardan ne kadar ne taviz edeceklerinin savaşını veriyorlar bir anlamda.
Amerika ve Avrupa kimya endüstrisinin yoğun lobi çalışmaları sonrasında Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması’nın bir parçası haline getirilen pestisitler konusunda da , Avrupa Birliği’nin hassasiyetleri şu an için yoğun bir baskı altında. ABD, AB sınırları içerisinde yasaklı olan pestisit ve kozmetik ürünlerde kullanılan kimyevi maddelerin gerçekleştirilecek serbest ticaret antlaşmasının önünde en büyük engellerden bir tanesi olarak görüyor. Şu an itibariyle; ABD’de kullanılması yasak olmayan 82 tane pestisit, EU sınırları içersinde yasaklı durumda. Yine aynı şekilde ABD’de kullanımı serbest olan ve kozmetik ürünlerde kullanılan 1.373 kimyevi ürün, AB sınırları içerisinde yasaklı durumda. Bu 1.373 ürüne karşılık ABD’de sadece 11 yasaklı madde bulunmakta.
Avrupa Birliği pazarındaki pestisit yasağı
Avrupa Birliği, kimyevi ve zirai ilaçlar konusunda 2009’dan bu yana ihtiyat/dikkatlilik prensibi (precautionary principle) ilkesini uyuguluyor. Bu prensibe göre, herhangi bir pestisit, zararı noktasında şüphe varsa bile, o pestisitin üzerindeki yasağın devam etmesi gerektiğini öngörüyor. Ancak Amerikan yasalarına göre, bir pestisitin yasaklanması ancak, o pestisitin zararlarının bilimsel verilerle sabitlenmesi durumunda mümkün olabiliyor. Bu noktada ABD, AB’nin ihtiyat prensibini Atlantik Ticaret Antlaşması’nın önündeki engellerden bir tanesi olarak görüyor, zira bir çok ABD patentli pestisit ve kimyevi ürün bu ihtiyat prensibi gerekçesi ile Avrupa Birliği pazarına giremiyor.
Gerçekleştirilecek serbest ticaret antlaşması ile AB ekonomisinde yıllık 119 milyar avroluk gelir ve milyonlara istihdam imkanı sağlamayı amaçlayan AB’nin işi ancak o kadar kolay değil. Anlaşmanın özellikle pestisitlerle ilgili kısmının ayrıntıları ortaya çıktığı nisan 2015’ten bu yana 160 tane sivil toplum örgütü, Corporate Europe Observatory (CEO, Birleşik Avrupa Gözlemevi) ile öncülüğünde antlaşmanın olası olumsuz sonuçlarına yönelik yoğun bir diplomasi ve lobi çalışması yürüttüler. CEO’nun ortaya çıkardığı gizli yazışmalarda ortaya çıkan ayrıntılar da Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması’nda, Amerikan ve Avrupa Endüstriyel Pestisit Lobisi’nin ne kadar etkili olduğunu ortaya çıkardı ve Avrupa kamuoyunda geniş yankı buldu.
İsveç ve Danimarka’nın başını çektiği 21 AB ülkesi bu gizli yazışmaların ortaya çıkmasından sonra AB Komisyonuna, AB Mahkemesine dava açtı. Davada AB Komisyonu’nun görev ve sorumluluklarından kaçtığını vurgulayan ülkeler açtıkları davada, doğaya atılacak ve hormonal dengeyi bozucu kimyasalların insan sağlığına olan etkilerine ve AB’de ortaya çıkacak sağlık giderlerine vurgu yaptılar.
Mart 2015’te Journal of Clinical Endocrinology and Metabolism adlı yayında yayımlanan bir bilimsel araştırmanın sonuçlarına göre, bahsi geçen kimyasalların kullanılması durumunda, AB sınırları içerisinde ortaya çıkacak sağlık giderlerinin yıllık 170 milyon Avroya denk geleceğini öngörüyor.
Danimarkalı yazar ve araştırmacı Ditte Ahlgren 2 Haziran 2015’te kaleme aldığı yazısında, gerek Amerikalı gerekse de Avrupa kimya endüstrilerinin 2012 baharından bu yana nasıl düzenli bir şekilde lobi çalışmaları yürüttüklerini gözler önüne seriyor. Ahlgren yazısında; 2015 başlarında Transatlantik Serbest Ticaret Antlaşması ile Avrupa Birliği Komisyonu’na sunulan ve hormanal dengeyi bozucu pestisitler hakkında tedbir/ihtiyat amaçlı yasakların kalkması yönündeki çalışmalarda, siparişe dayalı akademik çalışmaların AB Komisyonu’na nasıl aktarıldığını da anlatıyor kronolojik bir şekilde.
Pestisit lobisinin AB Komisyonu’nda beklentilerine yanıt bulup bulmayacağı Ditte Ahlgren’e göre 2017’nin başlarına doğru belli olacak.
|