Tarım Dergisi tarlasera
tarlasera SATIN AL
Kapat

28.12.2015

Göçebe hayatları ne kadar anlıyoruz?

Gezici mevsimlik tarım işçileri, ağır şartlardaki işgüçlerinin karşılığında ne maddi anlamda ne de sosyal güvence kapsamlarında emeklerinin karşılığını alabiliyor. Bu durum, tarımda çözülmesi gereken sosyal sorunların en başında yer alıyor.

2015 yılının sonu itibariyle gezici mevsimlik tarım işçileri ile ilgili planların uygulamaya koyulması bekleniyor. Mevsimlik tarım işçileri ile ilgili uzun zamandır yürütülen çok taraflı çalışmalar bir Meclis Araştırma Komisyonu Raporu olarak kanunlaşmayı bekliyor. Bu tasarı işçiler ve aileleri ile birlikte sektörü, özellikle hasat döneminde giderek daha fazla işgücüne ihtiyaç duyan ürünlerin üretimini, üreticileri, aracıları, pazarlama kuruluşlarını ve yerel idare birimlerini yakından ilgilendireceğe, fiyata ve pazara yansımaları dolayısıyla da tüketicileri etkileyeceğe benziyor. Peki, nedir mevsimlik tarım işçilerini sektörün bir sorunu olarak giderek büyüten ve çözümü için yıllar süren araştırmalara muhtaç hale getiren?

Bu sorun tek başına tarımın kapsamında ele alınamayacak kadar geniş kapsamlı ve çok katmanlı olsa da ilk karşılığı niteliksiz işgücüne ihtiyaç duyulan dönemlerde, niteliksiz işgücünün yurtiçinde hareket ederek geçinmeye çalışmasına neden oluyor. Türkiye içerisinde 2014 yılı verilerine göre 485 bin 15 yaş üzeri işçi hasat, ekim ve dikim zamanlarına göre yılın altı ayı hareketli durumda. Her yıl Adıyaman, Şanlıurfa, Diyarbakır ve Mardin başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesinden aileleriyle birlikte yaklaşık bir milyon kişiye karşılık gelen yaklaşık 485 bin mevsimlik tarım işçisi çalışmak üzere yoğun olarak 19 ile göç etmekte. Yapılan çalışmalardan elde edilen bulgulara göre yıl içinde ortalama 4 ay çalışan mevsimlik gezici tarım işçileri ağırlıkla Karadeniz Bölgesinde fındık, Ege’de yaş zeytin, Çukurova’da pamuk, Orta Anadolu’da soğan, şekerpancarı, kayısı gibi ürünlerin çapa, toplama, kurutma ve serme işlemlerinde çalışıyor.

Bölgeler arası göçler problemi

Bu büyüklükte bir yurtiçi hareketlilik beraberinde çok fazla sorunu getiriyor. Bu sorunlar hareketliliğin başından, yani işçilerin iller arası taşınmasından başlayıp, çoğunlukla işgücüne zorla eklemlenen çocukların eğitim hayatının sekteye uğraması ve kadınların yüksek ölü doğum oranlarına kadar uzanıyor. Buna bağlı olarak gerçekleştirilen ekonomik, sosyolojik, psikolojik, politika düzeyi araştırmalar ve elde edilen bulguların kamuoyu ile paylaşımı özellikle 2010 yılı sonrasında yoğunlaşmış olsa da, uygulama esasları belirlenen kurallar dizisi henüz hayatlarımızda yer almış değil.

Mevsimlik tarım göçü 1950’lerde Çukurova’nın işgücü ihtiyacının bölge halkı tarafından karşılanamamasıyla başladı. Bugün ölçeği giderek büyüyen konvansiyonel üreticiler, ürünlerini minimum kayıp ve maksimum karla pazara çıkarmak için giderek daha fazla işgücüne ihtiyaç duymakta, bu ihtiyaç ise nüfusun mütemadiyen endüstrileşmiş şehirlere ve sanayi sektörüne kaçması nedeniyle karşılanamamakta. Yani mevsimlik göçü tetikleyen ve giderek içinden çıkılmaz bir problem haline getiren yine bölgelerarası göçlerin gerçekleşmesi ile oluyor.

Mevsimlik işçi göçü bölgeselden ulusala önemli problemlere yol açıyor. Sadece 4-6 aylık çalışma ile bütün yıl geçinmek zorunda olan insanlar ki 77 milyon toplam nüfusun yaklaşık 1,3’üne karşılık gelmekte, Nisan-Mayıs döneminde yola çıkıyor. Bu insanların önceki döneme nazaran daha azı, Karayolları Kanunu yasaklarını dikkate almadan kamyon kasalarında yolculuk yapıyor. Ama 16 kişilik minibüslerde hayatlarını taşıyan insanların trafikte ölme oranını azaltabilmiş değil bu yasal değişiklik. Bu hususta medya gündemine gelen son kaza 2015 yılında Manisa’da minibüs tır çarpışmasında ölen 15 tarım işçisine ait.

Az gelir ile ağır işgücü

Gezici tarım işçilerinden gittikleri şehirlerde şanslı olanları, yani 300 binin 60 bin kadarı, işverenlerinin ya da emeklerini başkasına satan aracıların düzenlediği toplu yaşam alanlarına yerleşiyorlar. Tabi derme çatma çadırlardan oluşan bu alanlarda hijyene, elektriğe, suya erişim olmaksızın yaşamaya ya da yaşamaya çalışmaya başlıyorlar. Çok düşük ücretlerle çalışıp elde ettikleri geliri saklayabilmek için tabiri caizse yemeden, içmeden ve de çoluk-çocuk çalışıyorlar. Hamile kadınlar çoğunlukla tarlalarda başlayan doğum sancıları eşliğinde çadırlarda doğum yapıyor. Hasta olanlar hastalığını düşünmeksizin çalışıyor çünkü hastane masraf ve artı günlük ücreti kaybetmek demek.

Çocuklarını okutma derdinde olanları, senede 3 okul değiştiren çocukları için en fazla kendileri gibi bir gelecek öngörüyor. Elektrik-su yok demiştik değil mi? Hasat döneminde toplu hastalıklar ve hatta kıyımlarla boğuştuklarını eklemek de mümkün. Bununla birlikte bu antik dönem gettoları bulundukları şehirlerde toplumdışı kabul ediliyor. Çoğunlukla alışveriş yapacak yer bulamadıklarından, ücretlerini aynî olarak, un-tuz-şeker cinsinden almayı tercih ediyorlar. Ayrıca, bölgedeki adi suçların ilk şüphelileri onlar oluyor. Bu şekilde geçirdikleri aylar sonunda, geldikleri yere dönüş yolculuğu başlıyor ve tabi ki zayi olanları da geride bırakarak dönüyorlar.

2010 yılından beri Meclis düzeyinde çeşitli çalışmalarla şartları iyileştirilmeye çalışılan ya da bu çalışma için zemin hazırlanan gezici mevsimlik işçilerin durumu bundan ibaret. Yolu onların yakınlarından geçenler 21. yüzyıl dramlarına şahit olduklarını fark ediyorlar, görmek istedikleri takdirde. Peki, ne gibi düzenlemeler yapılmak istendi ve bu düzenlemeler sektörde ve kendi aralarında nasıl karşılıklar buldu?

Sosyal güvencelere ulaşım zorluğu

Öncelikle, 2010 yılına kadar sadece Borçlar Kanunu’nda kendisine yer bulan gezici mevsimlik tarım işçiliğinin sosyal sigorta sistemi çerçevesinde değerlendirilmesi 2008 yılında çıkan 5510 sayılı Sosyal Güvenlik Yasası’na 2011 yılında yapılan ekleme ile mümkün hale geldi. Buna göre, mevsimlik işçilerin sağlık ve sosyal güvenlik hizmetlerinden faydalanabilmesi ancak ve ancak kendi istekleri ve gelirlerinden ayıracakları ödemeler ile mümkün. İşverenin geçici hizmet akdiyle çalıştırdığı işçiyi sigortalatma zorunluluğu bulunmazken, isteyen işçi hizmet beyanında bulunarak 30 yerine 2015 yılı için 22 gün prim ödeyerek kendisi ve ailesi için sosyal güvenceden faydalanabiliyor. 2023 yılına kadar artış oranları belirlenen sigorta primi 2015 ve 2016 yılı için 322 TL olarak belirlenmiş. En az 6 ay boyunca prim ödeme zorunluluğu ile bu tutar günlük yevmiye karşılığı çalışan işçilerin yaklaşık 1.200 TL olan aylık ücretlerinin dörtte birine karşılık geliyor. İşçinin sistemden istifade edebilmesi için 60 günden fazla prim borcunun bulunmaması ve herhangi bir iş kazası durumunda en azından 10 gün önce sisteme giriş yapmış olması gerekiyor. Detaylı bir planlama içeren bu yasal çalışma reelde beklenen karşılığı bulamamış. Halen mevsimlik işçilerin yüzde 65’inin sigortası devlet tarafından karşılanırken, yüzde 17’ sinin sigortalı, bunun da yaklaşık yüzde 3,4’ ünün isteğe bağlı sigortalı olduğu anlaşılmakta. Hiçbir güvencesi olmayan kişi sayısı ise yaklaşık yüzde 13.

Türkiye tarımının yapısal sorunu

Sosyal güvence sorunun sadece bir boyutu gibi görünüyor. Sosyal güvenceyi bile olduğundan önemli hale getiren yaşam koşullarının ta kendisi. Hijyene, gıdaya, eğitime erişim olmaksızın günlük 30-40 TL’yi kaybetmemek için insanlık dışı koşullarda yaşama zorunluluğu ve bu yaşamı iyileştirmek adına hem işverenlerin hem de aracıların katkı sağlamakta direnmesi büyük tarım merkezlerindeki büyük gettoların sürekliliğini sağlıyor. Hemen ilçenizin yanı başındaki çadırkentte suyu ve elektriği ancak bedeli karşılığında sunabilen yerel yönetimler ya da kısa vadeli projeler sorunları ancak sürdürülebilir kılıyor. Bu nedenle, İl İdaresi, İl Özel İdaresi ve Türkiye İş Kurumu kanunlarına dayanan Çadır Yerleşim Yerleri Yönetimine İlişkin Yönerge uyarınca valilik ve kaymakamlıklarda işçi temsilcileri ile işbirliği halinde bir izleme biriminin kurulması istendi. Bu kurul bahsedilen tüm beşeri problemlerle mücadeleyi proje temelliden çıkarıp ana bütçeden ayrılan paylarla yaşam koşullarını iyileştirme hedefleri doğrultusunda çalışmalı. Sadece, gezici tarım işçilerinin en az yüzde 60’ının ulusal yoksulluk sınırının altında olduğu gerçeği hizmetlerden bedel talep edilirken göz önünde bulundurulmamalı.

Bu uygulamada çadır okullar ya da tarım işçisi olmak üzere doğan veya erken anne olan çocukları YİBO’lara yönlendirerek eğitim sürecini en azından daha az kesintili hale getirmek de alınacak tedbirlerden birisi. Kız çocuklarının en az dörtte birinin hiç okulla tanışmadığını, anne ölüm oranının ulusal orandan on, bebek ölüm oranının ise beş kat daha fazla olduğunu, 15-50 yaş arası kadınların en az yüzde 60’ının okuma-yazma bilmediğini göz önünde bulundurarak sosyal önerilerde bulunmak gerekiyor. Gerçek sayılara vurulduğunda tarım işçilerinin neredeyse yarısına karşılık gelecek olan mevsimlik işçiler Türkiye tarımının ve Türkiye ekonomisinin en büyük yapısal sorunu. Bunun için aracılık hizmeti (?) verenlerin belgelendirilmesi ve kontrol altına alınmasını esas alan Tarımda İş Aracılığı Yönetmeliği’nin yayınlanmasının üzerinden hemen hemen beş yıl geçmişken etkisinin değerlendirilme vaktinin geldiği de anlaşılıyor.

Özetleyecek olursak, önce kalkınmaya nereden başlamamız gerektiğine karar vermeliyiz. Büyüme ve kalkınma arasındaki farklara daha önce de değindik. Çıktının adil bir şekilde paylaşıldığı ve satın alma gücünün tek gösterge olmadığı bir ülkede tarımın ekonomik büyümeye daha fazla katkı sağlayacağı muhakkak. Bu nedenle, önemli yasaların arefesinde hem de asgari ücret tartışmalarının tam orta yerinde gezici mevsimlik tarım işçiliğinin de düşünülmesi gerektiği muhakkak.

Sayfa ilk kez okundu.

En çok okunan makaleler

Yorumlar
    Bu yazı için henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yapan siz olun.
Yorum Yaz

Yorumunuz Gönderildi