Bir gün verimsizliğin, kuraklığın, salgınların ve açlığın kol gezdiği bir dünyaya uyanmamak için suya ihtiyacımız var. Bunun için en büyük görev ise tarıma düşüyor.
Gezegenimiz 22 Mart Dünya Su Günü’ne yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgınının gölgesi altında girdi. Milyonların evlerine kapandığı ve sosyal temastan kaçındığı şu günlerde herkes sağlığın, temizliğin, dayanışmanın değerini daha iyi anlıyor.
Tüm bu zorlu ve üzücü sürece rağmen, grip salgınının başladığı günden beri doğaya, çevreye dair kimi verilerde görülen olumlu dönüşümler bize başka bir şeyi daha anlatıyor. Fosil yakıt tüketen binlerce aracın kontakları kapalı kaldıkça şehirlerde hava kalitesi hızla artıyor. AVM’lerin, dükkanların ışıkları söndükçe gökyüzündeki yıldızlar birazcık daha netleşiyor. Virüsün en dramatik etkiyi yarattığı İtalya’da sosyal ve endüstriyel yaşam yavaşladıkça Venedik’in kanallarından akan sular temizleniyor.
Doğanın cömertliğini suiistimal mi ediyoruz?
Sonuçları ne kadar tedirginlik ve acı verici olsa da, salgın tehdidinin yarattığı bu ortam insanlığa doğadan büyük olmadığını hatırlatıyor. Havanın, toprağın, suyun cömertliğin suiistimal etmememiz gerektiğini, doğayla saygılı bir uyum içinde yaşamak zorunda olduğumuzu söylüyor.
Tüm bu doğal kaynaklar içinde su apayrı bir yere sahip. Dünyaya o görkemli mavi görüntüsünü veren ve üzerinde yaşam’ın hüküm sürdüğü bir gezegen yapan asli öğe su’dan başkası değil! Ve her geçen gün, bu yaşam kaynağımızın kirlenişine, tükenişine bir dur demezsek, yalnızca doğaya değil kendimize de ihanet ettiğimizi fark etmemiz gerekiyor.
Bu bir korku senaryosu değil!
Bugün dünyada halen 844 milyon insan, yani her 10 kişiden biri temiz suya ulaşamıyor. Temiz suyun olmadığı bir ortamda ise ne üretim ne de sağlıklı bir yaşam mümkün. Su kaynakları gün geçtikçe kirlenmesi verimsizlik, hastalık ve tıpkı bugün birebir karşı karşıya olduğumuz gibi salgınların artması demek.
Uzmanlar tüm dünyayı etkileyecek bir su krizinin bir korku senaryosu, bir “distopya” ya da uzak geleceğe ait bir tahmin olmadığını, içinde bulunduğumuz yüzyılı, yani yalnızca uzak nesilleri değil her birimizi ilgilendiren güncel bir tehlike olduğunu söylüyor.
En büyük görev tarıma düşüyor
Suyu korumak için alınacak önlemler ise ne meçhul ne de çok karmaşık. Bunun için küresel iklim değişikliğine yol açan faktörleri ortadan kaldırmak, sürdürülebilir bir atık yönetimine geçmek, su tedarik altyapılarını modernleştirmek ve “israf” yerine “tasarrufu” koymak gerekiyor.
Evet belki karmaşık değil, ama yapılacak çok iş var! Söz “iş bölümü”ne geldiğinde ise tarım sektörüne çok büyük bir görev düşüyor. Çünkü tarım, dünya genelinde su tüketiminin yüzde 70’inden sorumlu. Su kaynaklarının neredeyse 4’te 3’ünün kullanıldığı tarımsal sulamada gerçek bir dönüşüm, gezegenin geleceğinde büyük rol oynayacak.
Sorunun cevabı sürdürülebilir yöntemlerde yatıyor
Dedik ya, susuz bir yaşam olamayacağı gibi susuz bir üretim de mümkün değil. O halde çözüm nerede yatıyor? Bunun cevabını sürdürülebilir tarım yöntemleri veriyor. Salma sulama gibi artık tarihte kalması gereken yöntemlerin yerini tasarruf temelli sulama teknolojileri aldıkça tarım da kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmiş olacak.
Bugünlerde kendi sağlığımızı, sevdiklerimizin ve toplumun sağlığını korumak için ellerimizi özenle yıkarken musluktan akan suyun değerini yeniden ve yeniden hatırlıyoruz. Aynı şekilde sağlıklı beslenmek için satın aldığımız taze bir sebzeyi yıkarken de. Aynı şekilde, o sebzenin soframıza kadar gelmesini sağlayan tüm bir tarımsal üretim zincirinin de susuz olamayacağını aklımızdan çıkarmamamız gerek.
Dünya Su Günü’nüz kutlu olsun!