Şimdiye kadar yazmış olduğum yazıları izleyenler, GDO’lar konusundaki tartışmaların bilimsel olmaktan çok, kişisel çıkarlar ya da ideolojik tercihler doğrultusunda yapıldığının altını çizmeye çalıştığımı hatırlayacaklardır. Yine zaman zaman yazdığım üzere, tarihte yeni bilimsel buluşlara ve teknolojik gelişmelere karşı duruşların sayısız örneklerini bulmak mümkün. Bunların yanında, beslenme ihtiyaçlarını gidermek için günde ortalama üç öğün yemeğe dilediğince erişebilen kent insanlarının ya da pulluğu kalem olan yazarçizer takımının tarımın ne kadar zor bir zanaat olduğunu kavramaları oldukça zor.
Bu sayıdan itibaren, basın yayın organlarında sıkça yer alan GDO’lar konusundaki mesnetsiz iddiaları yanıtlamaktan ziyade daha farklı konuları ya da olayları sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bunlar arasında tarımsal üretimle ilgili çığır açmış olaylar ve kişiler olacak. Bu şekilde, hızla artan dünya nüfusunu bugüne kadar beslemeyi başarmış olan üreticilerin kullandıkları teknikleri ve bunların arkasındaki bilimsel buluşları tarihsel süreçte hatırlayacağız.
Aslında, yazmayı düşündüğüm ilk konu dünya nüfusunun artmasıyla ilgiliydi. Yani, bunun bir sorun mu yoksa bir olanak mı olduğunu gözden geçirmek gerekiyor öncelikle. Bu konuyu ele aldıktan sonra, artan nüfusu gereğince besleyecek, bunu yaparken de çevreye duyarlı, sürdürebilir tarım tekniklerini ve bugünlere nasıl geldiğimizi konu edeceğim. Ne var ki, bu yıl ele almayı düşündüğüm konuları sıralarken Vavilov’un 70. ölüm yıl dönümünü atlamak istemediğim için bu ay biraz ortalardan başlamış olacağız.
Bu yazıda sizlere büyük Rus tarımcı, botanik, coğrafya ve genetik uzmanı Nikolay Ivanoviç Vavilov’u anlatmaya çalışacağım. Vavilov, tarım bilimine yaptığı katkıların yanında bilimin siyasete, daha doğrusu siyasetin bilime karıştırılmasının hazin sonuçlarını simgeleyen önemli bilimcilerden. Ülkemizde Vavilov’un biyografisi Jennifer Lopez kadar ilgi çekmediğinden Türkçe Vikipedi’den hayatına dair bir şeyler bulmanız mümkün değil. Onun için Vavilov’un bilimsel çalışmalarından önce yaşam hikayesini kısaca özetlemekte yarar var.
Vavilov 26 Kasım 1887 yılında Moskova’da tekstilci bir babanın dört çocuğundan biri olarak dünyaya gelir. Lisede ticaret ağırlıklı bir eğitim almışsa da baba mesleği yerine tarımcı olmaya karar verir. Amacı, o dönemin büyük Rus yazarlarının romanlarından bildiğimiz yoksulluğa ve kıtlığa çözüm bulmaktır. “Tarla ve Bahçelerde Zararlı Olarak Salyangoz” başlıklı teziyle - 1910 yılında Moskova Ziraat Enstitüsü’nden mezun oldu. Daha 1912 yılında, bitkisel üretimin artırılmasında genetiğin nasıl kullanılabileceğini anlattığı “Genetik ve Tarım” başlıklı çalışmasıyla başta ünlü tarımcı Robert Regel olmak üzere hocalarının dikkatini çekti.
1913-1914 yıllarında Avrupa’nın en önemli araştırma laboratuvarlarını ziyaret ederek bitkilerde hastalıklara dayanıklılık konularında bilgi edindi. Bunlar arasında İngiltere’deki John Innes Enstitüsü, Fransa’da Pastör Enstitüsü ve Fransa’nın en köklü tohum şirketlerinden Vilmorin bulunmaktadır. Bununla beraber, Vavilov’un kariyerindeki en önemli etkiyi John Innes’te İngiliz genetikçi William Bateson’un yaptığını söylemek yanlış olmaz. Bateson’un Darwin’in evrim teorisi üzerinde varyasyonla ilgili eleştirel yaklaşımlar getirdiğini ve kalıtımı tanımlamada “genetik” deyimini ilk kullanan bilim insanı olduğunu hatırlatalım.
Moskova’ya döndükten sonra “Bitkilerde Bulaşıcı Hastalıklara Karşı Direnç” başlıklı teziyle 1914 yılında master derecesi alan Vavilov, 1917 yılında Saratov Üniversitesi Ziraat Enstitüsü’nde genetik ve bitki ıslahı profesörü olarak çalışmaya başlar. Regel’in ölümünün ardından 1920’de Petrograd’daki uygulamalı botanik ve seleksiyon programının direktörlüğüne getirilir ve 1940’a kadar bu görevi başarıyla yürütür. Vavilov ayrıca Sovyet Bilimler Akademisi bünyesinde Genetik Enstitüsü’nü kurar ve oranın başkanlığına getirilir. Sovyet Coğrafya Derneği’nin de 1931-1940 yılları arasında başkanlığını yapar. Vavilov, 1926’da Lenin Ödülü’ne layık görülür vs... Bu arada, Rusya’da 1917 Ekim devriminin gerçekleştiğini hatırlatayım.
Yukarıda bahsettiğim üzere genç Vavilov’un amacı tarımsal üretimi artırıp açlığa çözüm bulmaktır. Hayalindeki hedeflerden birisi de “Bilim Tapınağı” oluşturmaktır ki bunun için kendisine Leningrad’da çarlık saraylarından birisi tahsis edilir. Antik uygarlıklar ve ilk tarımsal üretim bölgeleri Vavilov’un özellikle ilgisini çekmektedir. Öğrenci iken, askerler arasında sıkça görülen bir hastalığının nedenlerini bulmak için 1916’da İran’a ve Pamir dağlarına yapılan bir geziye katılmış, bu hastalığa buğday tarlalarında yetişen delicenin (Lolium temulentum) neden olduğunu saptamıştır. Daha sonra İran ve Pamir dağları ile Orta Asya’nın diğer bölgelerine yaptığı seyahati tekrarlar. Amaç hastalıklara ve kuraklığa dayanıklı buğday çeşitleri bulmaktır. Her ne kadar aradığı bu buğdayı bulamamışsa da ilk seyahati sonunda 171 baklagil örneği ile dönmüştür. Ardından Orta Asya’ya yapılan seyahatlerde nohut, bezelye, yem baklası ve mercimek gibi önemli baklagil türlerinden 1373 örnek daha toplanmıştır. Burada, Vavilov’un gerek insan beslenmesi gerekse toprak verimliliğini artırma açısından baklagil bitkilerine verdiği önemi görüyoruz.
Bundan daha da önemlisi; bu geziler ve toplanan örnekler üzerinde yapılan çalışmaların kültüre alınan, yani tarımı yapılan bitkilerin coğrafyası, orijini, genetiği, hastalıklara dayanımı ve evrimi üzerinde yapılan teorik ve pratik çalışmalara öncülük etmiş olmasıdır. Vavilov, 1921-1934 yılları arasında dünyanın 5 kıtasında 100’ün üzerindeki ülkeye düzenlediği bitki toplama gezilerinden çoğuna bizzat katılmış, 52 ülkeyi gezerek onları coğrafya ve bitki zenginliği açısından incelemiştir. Biyoçeşitlilik açısından son derece zengin olmasına karşın, elimdeki makalelerde ziyaret ettiği ülkeler arasında Türkiye’nin olmaması dikkat çekici. Bunun nedeni, Doğu Anadolu’daki Rus işgali ve ardından oralardaki durum ya da Sovyetlere güvensizlik olabilir diye düşünüyorum... Bunun eksikliğini, biyoçeşitliğin orijinleri teorisinde buğdayın çeşitliliği, domestikasyonu ve evrimi konusundaki sapmalardan da görebiliyoruz.
Bununla beraber, Vavilov’un 1926’da yazdığı “Origin and Cultivation of Cultivated Plants” şüphesiz dünydaki tüm bitki ıslahçıları için önemli bir esin kaynağı olmuştur. Vavilov’un Leningrad’da kurduğu enstitü de o zamanlar için sayısı 200 bine ulaşan bitki koleksiyonu ile dünyanın en büyük gen bankası özelliğini taşıyordu. Bunların yanında Sovyetlerin çeşitli bölgelerinde kurduğu 400 kadar araştırma enstitüsü ve istasyonunda 20 bin kadar uzman çalışıyordu.
Leningrad’ın 2. Dünya Savaşı’nda 28 ay boyunca Nazi kuşatması altında kaldığı süre boyunca yaşanan kıtlığa rağmen araştırmacıların bu tohumları özenle korumaları, hatta Vavilov’un asistanlarından birinin açlıktan öldüğü de takdire şayan bir hadise olarak anlatılır. Ruslar Hermitage Müzesi’ndeki eserleri korumak için tedbir almışsa da gen bankası bir bakıma kaderine terkedilmiş ama yine de korunabilmişti. Bu arada, Hitler’in oluşturduğu özel bir timin bu koleksiyonun Kırım ve Ukrayna’da bulunan önemli bir kısmını kaçırarak Avusturya sınırlarında özel korumalı bir kaleye taşıdığı da söylenmektedir.
Aslını söylemem gerekirse, ziraat fakültesindeki derslerimde Vavilov’dan bahsedildiğini de pek hatırlamıyorum. Bağ-bahçe ve tarla ziraatıyla ilgili derslerde Türkiye’nin tarımı yapılan hemen hemen her türün orijini olduğu anlatılmıştı. Avrupa’ya göre tür çeşitliliğimizin fazla olduğunu da yaptığım seyahatlerde zaten bizzat görüyordum.
Vavilov’u ilk defa doktora yaparken tesadüfen katıldığım bir konferansta duydum. Vavilov’un derinden etkilediği fenomonel bitki ıslahçılarından Jack Harlan’ın kişisel tecrübelerini de katarak anlattığı konular bende tarifi mümkün olmayan etkiler yaratmıştır. Daha sonraki yazılarımda, Jack Harlan’ı da ayrıca anlamaya çalışacağım. Ama burada Vavilov’un kültür bitkilerinin orijinleri üzerindeki şu saptamasını aynen aktarmak istiyorum: “Peru, Oaxaca (Meksika) ve Filistin kesinlikle sekiz merkezden üçünü oluşturmaktadır. Bunu teslim etmek gerekir. Dahası, onun şemasında yer alan Çin, Güneydoğu Asya ve Etiyopya’da da tarım bunlardan bağımsız olarak gelişmiştir. Etiyopya Vavilov ve Rus bilimcilerin ziyaret ettiği tek Shara altı ülkesidir, diğer Afrika ülkelerini son 20 yıl kadar pek bilmiyorlardı. Bu teoride bazı boşluklara neden oldu. Diğer bağımsız orijinler de vardı, ama onun 1926 yılındaki eseri bir dönüm noktasıdır ve halen etkilidir. Özellikle o tarihlere göre taktire şayan bir algılama olmakla beraber verilerden ziyade sezgilere dayanır.”
Okuduğum tüm biyografilerde ki bunlar arasında çok sayıda Batılı yazar yanında Sovyet yazarlar tarafından yazılmış olanlar da var, Vavilov’un son derece enerji dolu, insanlarla iyi ilişki kuran, asla yorulmayan biri olduğu, çeşitli lisanlar konuştuğu bildiriliyor. Vavilov’a göre “yaşam çok kısadır ve kaybedecek zaman yoktur”.
Vavilov’un dünyanın hemen her yerinden tarımı yapılan bitkileri toplaması, bunları sınıflandırıp genetik araştırmalarına ve bitki ıslahına materyal olarak kazandırması cezasız kalmaz. Devrimin ilk günlerinde Lenin’in takdirini kazanan Vavilov’un genetik araştırmaları Lişenko gibi araştırmacılar tarafından “burjuva bilimi” olarak değerlendirilir. Aslında Lişenko’yu ilk başlarda destekleyip yükselmesini sağlayan yine Vavilov’dur. Ancak, Mendel genetiğini ve kalıtımı reddeden, Lamarkçı Lişenko tarafında ortaya sürülen teoriler kısa sürede Sovyet bilim politikası halini alır. Vavilov, Stalin’in desteğini kazanan Lişenko tarafından karşı devrimci olarak yaftalanır, İngiltere için casusluk yaptığı iddiasıyla 1940’da tutuklanır ve idama mahkum edilir. İdam cezası daha sonra 20 yıl hapse çevrilen Vavilov, ilk profesör olduğu Saratov’da hücresinde beslenme noksanlığından 26 Ocak 1943’te vefat eder.
Lişenko önderliğindeki Sovyet tarımının pek de parlak bir gelişme gösteremediği zaman içerisinde Sovyetlerin yıllarca net tahıl ithalatçısı olmasıyla ortaya çıktı. Bilim tarihine Lişenkoizm olarak geçen bu olayları da önümüzdeki ay ele alacağım.
Vavilov’un 1943’deki trajik sonuna rağmen 1964’te Kruşçev’in iktidarının ardından itibarının iade edildiğini, hatta Leningrad’daki Enstitünün isminin de Vavilov Enstitüsü olarak değiştirildiğini belirtmek istiyorum.
Son olarak, Vavilov’un bilime yaptığı katkıların bitki ıslahçıları ve genetikçiler tarafından hâlâ saygıyla anıldığını, bir zamanlar Doğu Almanya sınırlarında kalmış Gatersleben’de katıldığım bir toplantıda ziyaret etme şansını bulduğum “Vavilov Haus” isimli tohum gen bankasında gördüm. Araştırmacıların, Vavilov’un gen kaynakları kuramını bu defa moleküler yöntemlerle gözden geçirmeleri, bu kuramın hala araştırmacılara ışık tutması açısından çok manidar. Tabii yine anlayanlar için.
|