’da geçen ay çıkan “Bilim, bilim adamlarına bırakılmayacak kadar önemli bir iştir!”[i] başlıklı yazımı, “…bilimsel veriler ışığı altında aklımızı kullanarak gerçeğe ulaşmak yerine bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan aylakların yönlendirdiği bir dünyada yaşamın neler getirebileceğini siz okurlarımın takdirlerine bırakıyorum” diyerek bitirmiştim.
O yazıyı yazmamdaki nedenlerden birisi de GDO’lar, sürdürülebilir tarım, organik ürünler vs. gibi konularda ağzı olan herkesin bir şekilde beyanlarda bulunması ve aslı olmayan bu beyanların kamuoyunda derin endişelere yol açmasıydı. Bu mesnetsiz iddialar, insanları doğru bilgilendirip, gıda güvenliği konusunda bilinçlenmelerini sağlamaktan ziyade insanları gıda güvenliği ve güvencesiyle ilgili gerçek sıkıntıları bir yana bırakıp olmayan ürünlerin risklerine kafa yorar hale gelmelerine yol açıyor. Yani, sorumsuzca hedef saptırılıyor.
Bunların bir tanesi, yıllardır en ufak bir bilimsel dayanağı bulunmadan gerek gazetedeki köşesinde gerekse televizyon programlarında hiç sıkılmadan “Türkiye’de kanser vakaları arttı; bunun nedeni de GDO’lu gıdalar” diyen bir kişi. Aslında söylediklerinin bilimsel temelinin olmadığını bilecek kadar eğitim sahibi ya da öyle görünüyor; ama medyada boy göstermenin ancak felaket tellallığı yapmaktan geçtiğini de iyi biliyor. ’nın ekim ayındaki “GDO-Kanser İlişkisi Kanıtlandı mı?” başlıklı yazıma konu olan Fransız Seralini ve arkadaşları tarafından yapılan şaibeli çalışmaya atıfta bulunarak köşesinde “Newton’a bir elma yetmişti, GDO’culara 200 fare yetmiyor” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Benim geçen sayıdaki postmodern bilimcilerin postmodern nesnellikle bilim yapmalarını anlattığım yazı için güzel bir örnek verdiğini söyleyebiliriz. Bu kişiler için bilimsel yöntem, bilimsel yönteme göre yapılan araştırmalar belli ki hiçbir anlam ifade etmiyor. Yeter ki önyargılarını ve saplantılarını destekleyecek birkaç atım söz daha bulsunlar.
Bana göre bilimsel şüphecilik, bilişsel yetenekleri kullanan entelektüel bir çabanın sonucu olarak ortaya konduğunda insanlığın gelişmesinde şüphesiz büyük yararlar sağlar. Bununla beraber; bu felsefi yaklaşım, bilgiye dayanmayan şüphecilik şeklinde ortaya konduğunda boş bir endişeden öte geçemeyecektir. Öte yandan, çağımızın küreselleşen dünyasında ve sosyal medyanın etkinliğinin gittikçe arttığı günümüzde 'çakma' bilimcilerin ortaya attıkları iddialar somut bilimsel verilerin gittikçe değersizleştirilmesine yol açıyor. Burada, bir tarafta bu iddialarla kendi ideolojik görüşlerini yaymaya çalışan bir grup, bir tarafta bu kavram kargaşasında pazar paylarını ve kâr marjlarını artırmaya öncelik veren bir sanayi-ticaret sektörü, öte yanda da elindeki gücü ne yönde kullanacağını bilemeyen bürokratlardan oluşan hükümet yetkilileri var. Avrupa Birliği’nin Brüksel’de bulunan mukim bürokratları, yine oradaki AP seçilmişleri ile ulusal ve yerel politikacıları işin içine kattığınızda bilimsel gerçekler neredeyse hiçbir şey ifade etmez konuma geliveriyor.
Bundan 4 yıl önce, Prof. Dr. Klaus Ammann ile birlikte AB Sağlık ve Tüketiciler Genel Direktörlüğü (SANCO) tarafından düzenlenen “Risk Değerlendirme’de Küresel Diyalog” konulu bir toplantıya katılmıştık. Toplantının açılış konuşmasında o zamanki SANCO Direktörü Robert Madelin bu konuda ilginç bir serzenişte bulunuyordu: “Cep telefonlarının zararlarıyla ilgili çok saygın bilim insanlarından oluşan bir komisyon oluşturduk. Komisyon 'şimdiye kadar somut bir zarar ortaya konulamamıştır' dedi. Diğer bir komisyon ise bunun tam aksi bir sonuçla karşımıza geldi… Ne yapacağımızı biz de şaşırdık” demişti. Bu konuşmanın hemen ardından “Programda GDO konusu neden yok?” diye sorduğumuzda ise aldığımız yanıt, “O konu bilimsel olarak çözülmüş durumda; halen devam eden tartışma tamamen politik… Biz burada bilimsel konuları tartışmaya geldik” olmuştu. Bu toplantı sırasında, “Avusturya Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen bir çalışmada GD mısır ile beslenen farelerin kısırlaştığı bulundu” diye bir haber çıktı. Tabii ki bu haber hem çevreci örgütlerin hem de GDO karşıtlarının web sayfalarında ve haberlerde müthiş bir yer buldu. Bizler de “hani burada bilim tartışacaktık, bu verileri tartışalım” derken ortaya çıkan tablo yine o alıştığımız tabloydu. Birileri bilimsel çalışma kisvesi altında Avusturya Sağlık, Aile ve Gençlik Bakanlığı kaynaklarını kullanarak GD mısırlarla fareleri beslemiş, yeni nesil farelerin kısırlaştığını bulmuş ve Rapor Bakanlığın web sitesinden duyurulmuştu. Rapor incelendiğinde, ortaya atılan “GDO kısırlaştırdı” iddiasının aslında çalışma sonuçlarıyla dahi pek örtüşmediği, istatistiksel analizlerin usulünce yapılmadığı vs. görülüyordu. Bu meyanda, EFSA ve benzeri gıda güvenliğinden sorumlu kuruluşlar ayrıntılı olarak bilimsel eleştirilerini yayımladılar. Daha o aşamada, Rapor’da birinci isim olarak adı geçen Prof. Dr. Zentek’in bu sonuçlardan haberinin olmadığı, istatistik analizlerin çarpıtıldığı ortaya çıktı. Olayın daha da trajik tarafı, bu Rapor’un yayımlanmasından bir yıl kadar sonra Avusturya’nın AB komisyonunda Rapor’u resmen geri çekmesiydi.[ii] Tabii ki bu olaylar hiçbir zaman basında yer almadı. GDO karşıtları tarafından kamuoyunun kafasını karıştırma konusunda da başarılı bir hamle daha gerçekleştirilmiş oldu.
Benim yazılarımı okuyanlar, mesleğim gereği tarımsal biyoteknoloji ya da herkesin diline pelesenk ettiği şekliyle GDO’lar konusunda son derece olumlu bir tavır ortaya koyduğumu bilirler. Hatta yazılarım nedeniyle ’nın bazı okurlarından eleştiri aldığımı da duyuyorum. Burada, bir hususu hatırlatmakta yarar var. Gerek 'yı gerekse diğer dergi ve gazeteleri okuyanlar, “uzmanların uzmanlığı” ya da “bilimcilerin bilimselliği” konusunda biraz seçici olmak zorundalar. Bunun kolay bir iş olmadığı açık, ama ne yazık ki günümüzün postmodern ortamında sanal medyanın da yardımıyla bilgi kirliliği ile yıkanmış bir toplum nerelere sürüklendiğinin farkında bile olamıyor.
Nitekim bilimsel konuların gündeme getirilmesinde gelişmiş ülkelerde gittikçe artan şekilde popüler bilim dergilerinin yanında yüksek tirajlı gazete ve dergileri de bilim muhabirliği ve bilim gazeteciliği konularında daha duyarlı olmaya başladılar. Seralini ve arkadaşları tarafından sansasyonel bir şekilde duyurulmaya çalışılan çalışma, tüm çabalarına rağmen özellikle İngilizce konuşulan ülkelerin gazetelerinde beklenilen yeri bulamadı. Zaten, bu çalışma şaibeli bir şekilde hakemli bir dergide yayımlanmış olsa da başta EFSA olmak üzere, Fransa dahil gelişmiş ülkelerin gıda güvenliği otoriteleri çalışmanın iddia edilen sonuçları bilimsel olarak ortaya koymadığı sonucuna vardılar ve bunu kamuoyu ile paylaştılar. Bu çalışma üzerinde EFSA’nın hazırlamış olduğu Rapor[iii] aslında okuyup da anlamak isteyenler için güzel bir doküman niteliğinde.
Burada daha önce yazmış olduklarımı tekrar hatırlatmak istiyorum. Tarımsal biyoteknoloji ya da genetik mühendisliği teknikleri, hızla artan dünya nüfusunu besleyecek kalitede ve yeterli miktarda üretimin sürdürülebilir şekilde yapılmasında, yani mevcut toprak ve su kaynaklarını en iyi şekilde kullanarak ve çevreyi en az şekilde etkileyerek üretim yapılmasında önemli olanaklar sunmaktadır. Şimdiye kadar ortaya çıkan tüm yeni teknolojiler gibi biyoteknolojinin de olası yan etkileri vardır. Onun için de modern biyoteknolojik yöntemler kullanılarak elde edilen tüm GDO’lar biyogüvenlik adını verdiğimiz yasal, kurumsal ve bilimsel çerçeveler dahilinde risk değerlendirmelerinden geçtikten sonra piyasaya sürülmektedirler. Bu itibarla, dünyadaki saygın bilimsel otoriteler bu teknolojinin biyogüvenlik denetimine tabi olarak insanlığın yararına sunulmasını desteklemektedirler.
Kendi ideolojik görüşleri ve kişisel çıkarları doğrultusunda bilimsel yöntemi görmezden gelen ya da bu görüşleri doğrultusunda bilimsel gibi görünen çalışmalarla ortaya çıkanların insanlığın gelişimine her hangi bir katkıda bulunmaları beklenemez.
Yeni yıldan itibaren, tarımsal üretimin artmasında çığır açan kişileri ve bilimsel gelişmeleri, teknolojik yenilikleri ele almaya başlayacağım. İlk olarak da ölümünün 70çyılı münasebetiyle Nikolai Vavilov’un yaşamını, çalışmalarını ve trajedisini ele alacağım. Vavilov, bitki gen kaynakları üzerinde yapmış olduğu çalışmalarla bitki ıslahı konusunda çığır açmış, ancak ideolojik kıyıma uğramaktan kurtulamamıştır. Umarım, yazdıklarım Türkiye gibi büyük bir tarımsal potansiyeli olan ülkemizde yeni nesil tarımcıların ideolojik saplantılardan uzak, bilimsel verilerin ışığında, akıllarını kullanarak teknolojik gelişmelere öncülük etmelerine katkıda bulunur.
[i] http://www.tarlasera.com/bilim-bilim-adamlarina-birakilmayacak-kadar-ciddi-bir-istir/
[ii] http://www.gmo-compass.org/eng/news/499.docu.html
[iii] http://www.efsa.europa.eu/en/efsajournal/pub/2986.htm
|