2. BÖLÜM : Tarımda yenilik ile gelenek bir arada yaşayabilir mi? -2
Tarımda “eski” ile “yeni” mutlaka birbirini reddeden zıt kutuplar mı, yoksa bir bütünün parçaları mı? Bunun için önce üreticilerin nerede durduğuna bakmak gerek.
Tarih boyunca doğaya dair her yeni bilgi, her yeni keşif doğrudan ya da dolaylı olarak tarımın gelişimine katkı sundu. Ancak günümüzde tarım ve teknoloji belki de hiç olmadığı kadar iç içe geçmiş durumda. Bitki genetiğinden veri analizine, tohum ekiminden hasada kadar tüm tarımsal süreçler modern teknolojinin eliyle köklü bir değişim geçiriyor.
Bu durum verimlilik başta olmak üzere pek çok açıdan büyük atılımlar sağlasa da, tüm bu gelişmeler ne bir anda gerçekleşiyor ne de tüm coğrafyalarda eşzamanlı yaşanıyor. Üretimde atadan kalma yöntemlerin baskın olduğu ülke, bölge ya da ürünlere dair rakamlar, 21. yüzyıla özgü tarım modelleriyle karşılaştırıldığında kaçınılmaz olarak sönük kalıyor.
Ancak bu her zaman “geleneksel” olanı tamamen unutmamız gerektiği anlamına gelmiyor. Örneğin, geçmiş dönemlerden kalan ilkel tarım aletlerinin korunup sergilendiği bir müzede şöyle bir gezinti yapmak bile, insanlığın tarih içinde üreterek kat ettiği yolu gözler önüne seren benzersiz bir deneyim yaşatabiliyor!
Verimlilik mi çeşitlilik mi?
Geçmişin mirasını sahip çıkmak asıl anlamını ise tohumculuk alanında buluyor. Çünkü koruma altına alınmış her bir geleneksel tohum, dünya genelinde tehdit altında olan biyoçeşitliliğin geleceğini biraz daha garantiye almak demek. İhtiyaç duyulan verim, dayanıklılık ya da biçimsel özellikleri yakalayabilmede modern tohumların çok gerisinde kalsalar bile bu cevherlerin yok olmaması gerekiyor.
Geçimini tarımdan sağlayanlar için ise elbette öncelikli olan en iyi tohumla, en kazançlı üretimi yapabilmek. Ancak kaliteli tohuma ulaşmak en başta üreticinin alım gücüne bağlı. Öte yandan tohum seçiminde tarımsal bilgi, tecrübe ve alışkanlıklar da önemli pay sahibi. Bu yalnızca geniş pazarlara yönelik büyük ölçekli tarım işletmeleri için değil, geleneksel çeşitlerle üretim yapmaya devam eden üreticiler için de geçerli.
Peki ekonomik şartlarından bağımsız olarak, Türkiye’deki üreticiler klasik yöntemler ile günün teknolojileri arasında nerede duruyor? Soruyu daha da genişletmek gerekirse; tarımda “eski” ile “yeni” mutlaka birbirini reddeden zıt kutuplar mı?
Çok amaçlı bir üretim mümkün mü?
Boğaziçi Üniversitesi’nden akademisyenler bu zorlu soruya Türkiye özelinde bir yanıt bulabilmek için kapsamlı bir çalışmaya imza attı. Ülke genelinde farklı tarımsal profillere sahip bölgelerde yürütülen ve üreticilerin geleneksel/modern ayrımında genel eğilimini ölçen bu çalışma, dikkate değer sonuçlar içeriyor.
Araştırmaya göre, tarımsal üretimin başkahramanları olan üreticiler için aslında “yenilik” ile “gelenek” arasındaki ayrım öyle sanıldığı kadar keskin değil. Örneğin, aynı anda modern hem de geleneksel tohumları eken üreticiler çok yönlü bir üretim mantalitesini temsil ediyor. Onlar için verimlilik de çok önemli, korumacılık da. Aynı şekilde, atadan kalma yöntemlere bağlı üreticiler de yeniye dair bilgi ve teknolojiyi de kucaklamakta tereddüt etmiyor. Yeter ki ona daha kolay ulaşabilsinler!
Çelişkiler, önyargılar ve artan beklentilerin arasında
Bu durum, aslında yüzeyde birer çelişki gibi görünen şeylerin bir bütün olabileceğini gösteriyor. Bu bütünlüğün tarımın tüm aktörleri, ama en çok da zincirin diğer ucunda bulunan tüketiciler nezdinde de anlaşılması önemli. Hele de, örneğin modern biyoteknolojiye olan önyargıların hala güçlü olduğu, öbür yanda ise daha çok, daha çeşitli ve daha kaliteli ürünlere olan talebin de hızla arttığı düşünülürse…
İşte buna katkı sunabilmek için tarlasera.com “Tarımda yenilik ile gelenek bir arada yaşayabilir mi?” sorusunu soran bu yazı dizinin ikinci bölümünde söz konusu araştırmanın sonuçlarını mercek altına alacak.